BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin organize ettiği “BİRLİK VE KARDEŞLİK” konulu yemekli Panelimize katılan tüm uyelerimize, STK Başkanları ve yöneticileri, değerli İş adamlarımız, aydınlarımız, kıymetli aileleri, misafirlerimize çok çok teşekkür ediyoruz.
Ayrıca Gecemize destek veren Belediye Başkanımız Sn.Hasan Tahsin Usta’ya , Bulgaristanlı İstanbul Milletvekilimiz Hüseyin Bürge ve yıllarca bizim BULTÜRK Derneğinin kahrını çeken Bayrampaşa Belediye Başkanımız Sn. Atilla Aydıner, VATAN Partisi Milletvekili adayı, Ankaradan araştırmacı yazar İsmail CİNGÖZ, Kurucularımızdan Hasan MOLLAOĞLU, işadamlarımızda Niyazi GÜLER, Sefer YAMAÇ, Metin AKIN ve Türk Dünyası gönüllüleri (Azerbaycan, Afganistan, Mardin, Diyarbakır) Ural Derneği Bülent MAŞAOĞLU, Rumeli Vakfı Sadullah SİPAHİOĞLU ve bir çok Balkan STK Başkanlarımızın, siyasi partilerin ve Bulgaristan’dan da gelen misafirlerimizin katılımıyla gerçekleştirdiğimiz “Birlik ve Kardeşlik Panelimizde” bir aradaydık.
Toplantımıza katılan STK’lar
Gecemize Telgraf gönderenler;
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Çanakkale Milletvekili Bülent TURAN, Balıkesir Milletvekili Sema KIRCI, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Kadir TOPBAŞ, Bursa Nülüfer Belediye Başkanı Mustafa BOZBEY, Ümraniye Belediye Başkanı Hasan CAN
Gecemize Çelenk gönderen; Sn. Sedat PEKER
Gecemize katılan, telgraf ve çelenk gönderen ayrıca emeği geçen herkese teşekkür eder, şükranlarımızı sunarız.
Hoş geldiniz, sefa getirdiniz.
Panelimize renk verdiniz. Beraberliğimiz çök yönlü yeni bir atılıma kapı açıyor.
Önce Bulgaristan diyelim, yani memleket, “vatan” demiyorum, çünkü ANAVATAN birdir.
Çeyrek asır oldu çıkalı memleketimizden. Evden çıkarken lambayı söndürmedik, memleket kapısı arkamızda açık kaldı. Bulgaristan Vatandaşıyız, herkesin olduğu kadar bizimdir memleketimiz.
Coğrafik adı, eskilerden Rumeli’ydi, daha sonra Balkanlar oldu, şimdi ise Güney Doğu Avrupa’ya değiştirildi. Ne olursa olsun, o memleket, bizim memleketimiz!
Biz buraya geldik geleli, Bulgaristan, totalitarizmden sıyrılmaya çalışıyor.
Özde dönüşüm zor oluyor. Bize kıyan Diktatör Todor Jivkov unutulmadı.
Hatta Hak ve Özgürlük Hareketi muhtarlarından biri onun heykelini bile dikti.
Toplumdaki yapısal yenilenme öncelikle anayasa ve yasaların değiştirilmesini gerektirirken, Bulgaristan bunu başaramadı. Totaliter yasalar hele etnik azınlık haklarını düzenleyen yasalar raflardalar hala oralardan indiril(e)medi.
Birinci Bulgar Anayasası 1908’de kabul edilirken, Tırnovo Meclisinde 6 Türk milletvekili oy kullanmıştı. Son Bulgar Anayasa’sı 1992’de hayat buldu. Bu Anayasa, 24 yıldır, 30 bini Bulgar, diğerleri ise Türk ve Müslüman olan komünizm kurbanlarının hiçbir şey olmamış gibi rahat gezip tozmalarına şemsiye oldu.
Kökleri Çarlık döneminde atılan, totalitarizm döneminde şiddetlenen etnik toplulukların kimliklerini eritip onları yok etme siyaseti, Bulgarlaştırma zulmü 1990’da başlayan “Geçiş Dönemi’nde” –“Bulgar Etnik Modeli” şeklinde bir an bile ara vermeden devam etti ve ediyor.
Bizim Türk ve Müslüman kimliğimize saldıran dehşetin şekli ve şiddeti aynıdır.
Bulgaristan’da İlk önce Gagauzları, daha sonra 1960’larda Çingenelerin, 1972 Pomakların, 1984-85’te tümümüzün isim ve kimliğimiz değiştirildi. 1912-13’te başlatılan Müslüman Pomak kardeşlerimizin isim ve dinlerine, kimliğine saldırı geçen asır dalga dalga aralıksız, ama şiddetlenerek, etniklere zülüm olarak hep tırmanıştaydı.
Komünizm suçları zaman aşımına uğramaz gerçeği yasallaşsa da, tek bir katil sorgulanıp yargılanmadı. Bu konuda Hak ve Özgürlük Partisi’nin aktif pasifliği nefret uyandırıyor. Yargısız infazlardan, aramızdaki “Belene” ölüm kampı gazilerimizin çile ve zülümlerinden, gençliklerin hapishane koğuşlarında çürütülenlerin gördüğü zulümden, anadilimizin yasaklanmasından ve ahlakımızın ayak altına alınmasından tutuşan kıvılcımlarla 1989 Mayıs İsyanı patladı. Tansiyonu düşüren ancak “89 Büyük Göç” oldu.
Bir etnik halk topluluğu olarak özgün haklarımızın hiç biri yasallaşmadı.
Hatta ne Çarlık ne totaliter dönemde elimizden alınan eğitim ve dini kurumlarımız, vakıf dükkan ve tarlalarımız, medreselerimiz hatta hamamlarımız halen geri verilmedi. Türk-Müslüman haklarına, mal ve mülklerimize, taşınmazlarımıza, iade edilmesi konusunda mahkeme kararları dahi uygulanamıyor.
Hukukun herkes için işlemediği yerde adalet olamaz, adalet sağlanamadığı yerde demokrasiden söz edilemez. Avrupa Birliği ve NATO üyeliği bu bakıma durum belirleyemez, paravan edilemez, adaletin seçeneği yoktur. Bu gün Bulgaristan’da Anadilimiz okutulmuyor, seçim gerçeğini Türklere Türkçe anlatana ceza kesiliyor, Türk dilinde günlük gazete, dergi çıkmıyor. Enformasyon merkezimiz yok.
İnsan bilincini belirleyen, canlı tutan, geçmiş ve geleceği biçimleyen anadil olduğundan, Türk ocaklarımızı tamamen söndürüp yedi kat yerin dibine gömmeyi hedefleyenler buna devam etmekteler. Anadilini öğrenemeyen bir çocuk, küçük yaşta sakatlanmış olduğu için, Bulgarcayı doğru dürüst asla öğrenemez! İnanmayanlar Çingene gettolarına gidip gerçekleri görsünler. Rodop köylerinde birinci sınıftan sekizinciye kadar aynı odada ders gören çocukların okul sorununu acilen çözülmelidir.
Biz ki, memleketime Hak ve Özgürlük tohumlarını eken, burada bulunan siz kardeşlerimin öz davamızda tuzu ve mayası vardı. Başka bir bayrak kaldırmadık, parçalanalım, ayrılalım, özerklik demedik. İlk Türk Cumhuriyeti kuran bayrağı, anayasası, marşı yani kısaca bir devlet için gereken her şeyi olmasına rağmen biz bu topraklarda bunu hiç amma hiç dile getirmedik.
Geleceğimizi, Bulgaristan kokan, kırmızı olan Bulgar, sarısı Çingene, beyazı Pomak, renklerden biri de Türk olan bir GÜL DEMEDİ OLARAK GÖRDÜK, kabullendik, bağrımıza bastık.
Ne var ki, bize her renk çok görüldü.
Ezan sesimizden, berrak Türkçemizden, özü sağlığa uygunluk ve saygı olan ahlakımızdan, modern olanı kucaklayabilen, medeniyetlere farklı güzellikleri suna suna gelişen kimliğimizden hiç bir şey kabul görmedi. Atalarımız bu topraklarda hoşgörü, iyi komşuluk, sağduyu etnikleri kaynaştıran harç olmuş ve yakın geçmişte Balkanlar’da 600 yıl savaşsız yaşanabilmiştir. Bugünkü Bulgaristan’da, Türk alnından düşen terlerle sulanmamış, bir karış toprak gösterilemez.
Bu bakıma, İspanya Katalanya’da 27 Eylülde yapılan ve sonuçlarından özerk-bağımsızlık ruhu fışkıran yerel seçimler bizlere örnek değildir.
Hatırlatmış olalım, hak ve özgürlük davamızda “hak” dediğimizde, Tanrı adaletiyle yasa isteğimiz başta, üst yapıda, manevi alanda 1950’de elde etmiş olduğumuz eğitim ve kültürel haklarımızın tümünü geri verilmesini istiyoruz. Yani yeni bir şeyler değil elimizden alınanları geri istiyoruz. İlk ve ortaokullarımızı, liselerimizi, basın, radyo, televizyon tiyatro edinimlerimizi yeniden tesis etmek isterken, anaokullarında çocuklarımıza domuz eti verilmemesini, anaokullarında Türk evlatlarına Türkçe hazırlık programı uygulanmasını talep ediyoruz.Özgürlük dendiğinde biz hep iman ve ahlak yolunu biliriz. Meryem ananın bakireliği, İsa Peygamberin mucizeleri, Yedi Dünya veya yeni Kudüs gibi özlemler bizi ilgilendirmez.
Yeni umut kapısı!
Bu defa umut kapısı, başkası değil, bizleriz! Ve bizden başkası yok. Kimliğimizin, dilimizin, dinimizin, kültürümüzün orada yaşayabilmesi bize bağlıdır. Bizim Bulgarlardan da öğreneceğimiz bazı şey de var.
Bir örnek vermek isterim: Kuzey Kanada’ya göç eden ve orada birbirine uzak düşen 5 genç Bulgar aile, 6 öğrenci için Cumartesi-Pazar dershanesi açtı. Çocuklar Bulgarca, folklor ve sanat öğreniyor. Bulgar devleti bu girişime yani Bulgar çocukların Kanada’da Bulgarca öğrenmesine destek oluyor. Moldova – Besarabya’ya kitap, öğretmen gönderiyor.
Değerli arkadaşlar; Bulgaristan Türklerinin 1920’lerde 1793 özel okulu vardı.
Bugün bir tek okulumuz, dershanemiz, okuma evimiz, Türkçe kitap dolusu bir kütüphanemiz vs. yok. Bulgar eğitim kazanı çocuklarımızdan Bulgar yapmak için kaynıyor.
Okullarda Bulgaristan Türkleri Tarihi, edebiyatı, özgün kültürü okutulmuyor.
Çuvaldızı kendimize de batıralım.
Son 26 yılda Bulgaristan’a, köylerimize 20 bin defa gidip geldik. Her gidişte hediye olarak birer masal, şiir, güzel hikâye kitabı, uzun hikâye, roman, birer Türkçe CD götürmüş olsaydık, artık oralar pırıl pırıl Türkçe yanacaktı. Hiç bir şey yapılmıyor demiyorum, ama Türklüğün eline koluna, zihnine – beynine takılan prangaları hala kıramadık, bu bir gerçek!
TİKA resmi olarak girememesine rağmen birçok okulumuzu onardı ve daha çok Batı Balkanlara kaydı. Kara Dağda 98 Müslüman kültür anıtını kısa sürede onarması gurur vericidir. Bulgaristan’da Türklüğü ve Müslümanlığı yaşatmak hepimizin namusu ve bilinci olmalıdır. Mustafa Kemal Viyana’dan sonra çöküşümüzü Sakarya’da durdurdu, ama biz Bulgaristan’da gerilememizi durduramadık. Ana sorun işte budur.
25 Ekim’de memleket yerel seçime gidiyor.
Büyük sayıda parti ve koalisyon kayıt yaptırdı. Propaganda başladı. Kırcaali Belediye Başkanlığına bu defa 16 Türk aday çıktı amma kazanan yine eskisi oldu, çünkü yenilenmek istemiyorlar. Nedense hep eski sistemin uşakları yönetimlerde oluyor…
“Değişen bir şey yok.” Totaliter baskı devam ediyor. Düzen ahtapot gibi, çocuklarımızın anaokulunda kaç yudum domuz eti yediğinden, Kırcali belediyesine bağlı Türk köyünde kaç yaşlı kaldığını, son yaşlıların kaç metre kefenle defnedileceğine kadar her yerde her şeyi kontrol altında tutuyorlar. Türkiye’ye göçmek, davadan kaçmak ya da davaya yüz çevirmek olmamalı!
Ana sorun, 136 yıldan beri devam eden mücadelede şimdiki yerimizi ve rolümüzü belirlemek olacaktır. Biz Türkiye ile Bulgaristan arasına hendek açmak değil köprü kurmak istiyoruz.
Yerel seçimle birlikte bir halk oylaması da yapılacak. Genel seçimlerde elektronik araçlarla, örneğin internet üzerinden oy kullanma için onay istenecek. Türkiye’de de sandık açılacak. Torunlarımızın seçime katılmasını kolaylaştırmak istiyorsak mutlaka sandık başına gidip “evet” karesini çizmemiz gerekecek. 25 Ekim günü hepinizi aktif olmaya davet ediyorum.
BULGARİSTANDA – ESAS KONU: SAVAŞ KAÇAKLARI VE SIĞINMACI KORKUSUDUR!
Geçen yüzyılın başında Osmanlı sınırları içinde olan Yakın Doğu, günümüzde çıbanbaşı oldu. 300 bin sığınmacı korkusu Sofya’yı da sarstı. Ortodoks Kilisesi anti-sığınmacı kararı çıkardı. Masallarında din, dil, ırk ayırımı yoktu. Hükümet ortaklığında ırkçı kesim de “gelmesinler” borazanı çalıyor. Türkiye sınırına çekilen tel örgü modern teknoloji, polis, jandarma ve ordu, çekirge sürüleri gibi gelen sığınmacıları durduramaz korkusu yeri göğü titretiyor.
Savaş kaçağı alayı eski kıta merkezlerine uzandı.
Bu süreçte Bulgarlar hep Türkiye’ye baktı. Çatırdayan AB parçalansa çalınacak kapı bir tek Türkiye kaldı. Türkiye’de kısa süreli veya yıl tatilli geçirenler, Türklerle alış verişte bulunanlar, Türkiye hastanelerinde şifa bulanlar, Bulgaristan’daki Türk iş yerlerinde çalışanlar, Türkler ile eski dostlukları unutamayanlara bir ucube olarak dayatılan, “Osmanlı esareti” balonuna aldırmaz oldu.
Artık Türkiye’ye çok büyük bir ilgi var.
Son 25 yılda, Türk yazarları en fazla tercüme edip basan, konser salonları sanatçılarımızla defalarca ayağa kalkan, en fazla Türk filmi oynatan ülke Bulgaristan oldu. Üstüne üstelik en fazla Türkiyeli öğrenci okutan; ( bu yıl Bulgar Üniversitelerinde 3 bin öğrencimiz okuyor); belediyelerimizle en fazla kardeşlik bağı kuran; üniversitelerimize konuk hoca gönderen, Türkiye kültür – sanat şölenlerine, bilimsel bilgi alış verişi çalıştaylarına vs. en fazla ve aktif katılan yine Bulgaristan oldu. Ramazan ve kurban bayramı kutlamalarımıza ilginin de tamamen değiştiğini vurgulamak istiyorum. Tabii bu yılların en büyük getirisi, yediden yetmişe bütün Bulgaristanlı Türklerin, Müslümanların Türkiye’yi, Türk mizacını, Türk ruhunu, Türk misafirperverliğini ve Türk halkının yaratıcı gücünü kendi gözleriyle gelip görmeleri, hissetmeleri ve Türk yüreği sıcaklığını duyulmamaları oldu. Bu, kitap okumakla, konferans dinlemekle, yardım paketi dağıtmakla olabilecek olan bir şeyden çok, çok farklı bir etkileşimdi.
Yalnız İstanbul’un kalp atışlarını dinlemek, iki kıtaya yerleşmiş güzelliklerden etkilenmek, tüm kurgu kitap ve filmlerinin yarattığı cennetten defalarca daha büyüleyici, kendi kendini doldurup taşan bir fantastik rüya oldu.
Her gün bin uçak inip kalkan, on bin otobüs girip çıkan, kıtadan kıtaya 4 dakikadan geçilen; inci ırmağı akışını andıran Boğaz ve Haliç Köprüleri üzerindeki araba seli; tek baca tütmeden 2 bin kilometre etrafına gece gündüz mal gönderen, eğitim, öğrenim, sağlık, spor, sanat ve kültür merkezlerinin en büyü olan İstanbul’u hafızasına sığdırabilen biri varsa, lütfen bana da göstersin.
Ağaçlar büyüdükçe gölgeleri de büyür.
Sözlerim yalnız İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa için değil, tüm Türkiye için geçerlidir. Büyüdükçe kabuğuna sığmayan Türkiye, bizim Türkiye’mizdir. 2000’lerden sonra AK Partinin kurulmasıyla Cumhurbaşkanımız Sayın R.T. Erdoğan öncülüğünde başlayan son derece verimli, kendi dinamikleriyle gelişen, çok yönlü atılım yaşadık. BULTÜR’ümüz de 2003 yıllında kuruldu ve beraber yürüdük, hep birlikte büyüdük.
Bir sermaye olarak Bulgaristan’a taşacağımız gün yakındır.
Orada her yolun bizim köylerimize çıktığı bir gerçektir. Yol kenarlarında akan çeşmelerimiz, ata kabirlerimiz, diktiğimiz ağaçları, kapısı açık kalan evlerimiz bizi bekliyor.
Orada kalan büyük kültürel mirasımız var. 1300 camimizde her sabah ezan sesi var. Türk-İslam tarihi eserlerimizin de bizi beklediği bir gerçektir. Orada bize susamış, bizi özlemiş ve bizi bekleyen bir dünya var. Bulgaristan’a çıkan her yol gül bahçelerimize, çayırlarımıza, ovalarımıza ve dağ doruklarımıza çıkar. Türksüz kalmış Bulgaristan bugün ruhen ısızdır.
İnsansız toplum olamaz, toplumun vızıldamadığı yerde güçlü yerel ve merkez idare yoktur. Tüm üstyapıların alt dokusu ekonomidir. İşleme sanayilerinin hammadde kaynağı ise tarım üretimmidir. Biz 1980 yılında Bulgaristan dış pazarlara yönelik tarım ve endüstri üretiminden gelen dövizin % 49’unu sağlıyorduk. Birbirini tamamlayan seri üretimlerin dayanağı bizdik.
Sovyetler Birliği’ne yönelik üretim kapısı kapanırken, Avrupa Birliği’nin istemlerine henüz ayak uydurulamadı. Bulgaristan geleneksel pazarlarını kaybederken, birçok üretim kaleminde kota yitirdi, standartları yakalayamadı. Bu bakıma, Bulgaristan’ın ekonomik olarak kalkınması yeni üretimlerle, yeni tarım teknolojilerine ihtiyaç duyuyor.
Biz buraya köpek havlatılıyor diye gelmedik. Zulüm gördük, kurban verdik, Türk özümüzü daha fazla çekiden korumak için geldik. İhanet gördük. “Allah canını almaz” çektirenin!
Büyük Nazım’ın dediği gibi, “Hiçbir korkuya benzemez, halkını satanın korkusu!” Hiçbir şey değişmiyor derken, korkuyorlar, diyorum. “Topraktan, sudan ve ateşten doğanların en mükemmeli doğacak bizden” inancı içimizdedir. Buraya dönmeye değil, kaynaşıp bütünleşmeye, Türkiye’yi daha da büyütmeye BÜYÜK TÜRKİYE yaratmaya geldik. Büyük Türkiye Rüzgârına Yelken Açmaya geldik.
Değerli dava arkadaşlarım,
seçim arifesinde bulunduğumuz için vurgulamak istiyorum, inanın bu seçimde her oy çok önemlidir.
Tuna’dan, Arda’dan akan ırmak bile damlalardan oluşur,
Bu damlalar göller, ırmaklar, denizler ve okyanusları oluştur.
İşte bu damlalar birbirine tutunamamış olsalardı, hiçbir şey oluşturamazlardı, ama el ele verip okyanusu oluşturan o damlalardır.
Gelin bizlerde birlik olalım, öncelikle Türkiye’de Bulgaristanlı Türk denizi – okyanusunu bizler oluşturalım.
Bir damla bir ırmak için ne kadar önemliyse bizlerin bir oyu da, o kadar önemlidir.
Bilinçlenmemizde ana sorun budur. Nicel birliği sağlayıp, nitele ulaşmak!
1 Kasım’da Türkiye Büyük Millet Meclisi erken genel seçimi yapılacaktır.
Hayalimiz, bu seçimlerde Büyük Türkiye atılımına daha kararlı katılarak beraberce devam etmektir.
Artık BÜYÜK TÜRKİYE İÇİN BİZDE VARIZ diyoruz.
İki seçim arası bir iş savaş yaşadık, aşamalarını şöyle algıladık:
12 ağaç için orman değil, devlet yakmaya kalkanlar oldu. Maskeleri düştü.
Güçlü Türkiye’yi ekonomik bunalım bataklığına, borç bataklığına itemediler. İşçi işveren kavgası ateşinde yakamadılar. Dış düşman, son hesaplaşma için ateş püsküren ejderha gibi dikildi karşımıza. Türkiye’mizin yeni bir Anayasa, Başkanlık sistemi, daha adil bir yargı, daha huzurlu ve güvenli bir hayat, hiç ayrımsız hepimiz için gerçek özgürlük ve gelişmiş demokrasi, gelişmiş demokrasi aşamasına açılırken, yol kesenlerle yüzleşti.
Değişik kurban alan, liramıza darbe vuran, ekonomimizi sıkıntıya iten bu ejderha artık ölüm hendeğine kaydı. Ne var ki, yerini hemen terör-tröstleri aldı.
Amaçları Türkiyeyi ateşe atmaktı. Saldırı menzilinde hep Türkiye devleti ve hükümeti, devlet güçleri, egemenliğimiz, istiklalimiz, al yıldızlı bayrağımız, göz nurumuz olan anavatanımız vardı. Bölmek, parçalamak, yakıp yıkmak, ezmek istediler, Türkün eseri olan her şey hedeflerindeydi. Eş zamanlı operasyonlarla yılanın başını ezme kararı 3 Temmuz’da alındı.
Ellerindeki Alman silahlarından çok daha üstün Türk silahlarıyla yok edilmeye başladı.
Yeni tarihimizde ilk kez, hain, yarı hain, çeyrek hain, düşman, dost görünen düşman ya da muhtemel düşman ayrımı yapılmadı. Kartallar gibi havalanan jetlerimiz hepsi birden hedef aldı. Vurdu. Mağaralarını havaya uçurdu. Ve düşmanın beli kırıldı. Terör örgüyü ile silahlı hesaplaşma Türkiye’mizin her karışında devam ediyor. Bu yüzleşmede birlik ve beraberliğimizi koruduk. Türkiye devleti ve hükümetinin yanında yer aldık.
1 Kasım’a kadar son ellerindeki son silahların da alınacağına inanıyoruz.
Halkımız “BÜYÜK TÜRKİYE için huzurlu seçim yapmaya kararlıdır.
Son üç ayda siyasi maskeler düştü. Gerçek niyetler ortaya çıktı. Bu seçimin Büyük Türkiye yolumuzu kesmek isteyenlerin, kötülüğümüzü düşünenlerin baraj altına düşeceğine inanıyorum. Büyük Türkiye seferine katılanları, Büyük Türkiye için oy verenleri, halkımızın huzurunu, iyiliğimizi düşünen tüm dostlarımız, 1 Kasımda ZAFER VE BARIŞ’la kucaklamaya hazırlanıyoruz. O an, hepimize şimdiden kutlu olsun!
Türkiye’yi algılamamız da kolay olmadı.
Soydaşlar genelde iktidar partisine oy verirken. AK Partinin program hedeflerine uzun süre inanamadılar. Bugün artık kimim gerçekleri konuştuğu, kimin balon şişirdiği belli oldu. Türkiye Cumhuriyeti siyasetini kilitleyenleri de gördük. İktidar olmaktan korkanları da!
Bu açıdan 1 Kasım’sa sandık başına giderken niyetimiz Büyük Türkiye yolunu açmaktır. Bizimde bu seçimde Büyük Türkiye’ye götüren yoldan gidenlerle beraber olmak istiyoruz.
Bulgaristan Türkiye ilişkileri, karşılıklı yardımlaşma girişimleri, görkemli tasarımlar, iki halkı ve ülkeyi, iki kıtayı birbirine kenetleyecek hamlelerin yenidünya görüşüne, yeni vizyona, yeni paradigmalara ihtiyacı var.
Bunlarsa ancak bizim insanlarımızda bulunur. Tarihte yapılamayanları gerçekleştirecek olan kuşağın şerefli temsilcileriyle birlikte olmakla övünebiliriz.
Saldırılar, operasyonlar, sığınmacılık, bunalımlar geçicidir. Yaralar sarılır sızılar gelip geçer.
Kalıcı olan Türkiye’dir. Yeni olan Büyük Türkiye özlemidir.
Türkiye büyüdükçe sorunların çözümü hızlanacak ve kolaylaşacaktır.
Yakın Doğu’da barış savaşı mutlaka yenecektir.
“Büyük Türkiye” yolunca yeni atılımlarında bize düşense, önce 1 Kasım seçiminde hepimizin görevi oyumuzu vermek, güçlü Türkiye seçeneğine destek olmak, ardından da Bulgaristan’a taşan Türkiye ayağında köprübaşı olmaktır. Bu özlem tarihsel özgörevimizdir.
1 Kasım’da hepimiz BÜYÜK TÜRKİYE RÜZGÂRINA YELKEN AÇALIM!
Panelimize katıldığınız için hepinize içten teşekkür ederim.
Sağ olun. Allaha emanet olunuz