BULTÜRK Nisan Sayısı

BULTÜRK Gazetesinin Nisan Editör Yazısı;
https://issuu.com/bulturk
Nasipten fazlası olmaz!

Nisan ayındayız. Doğanın uyandığı ay. Beklentilerimiz yeşeriyor. Açan yaprak ve çiçekler, uzanan dallar insanoğluna, tüm canlı varlıklara bereket getiriyor. Umudun dalları mutluluk yüklü…

Bir de, Mayıs’ta Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri var. Kapı çalan bekletilmez. Ama bizde siyaset mayışmış uyanamıyor. Fırsat kuş  gibi, uçup kaçabilir…

Siyaset bir tiyatro sahnesi olmuş. Sosyal medya Hacıvat oynatıyor bize. Sahnedekiler halktan kopmuş, bizden üstün görüyor kendini, karşımızda bilgiçlik taslıyorlar. Okuma yazması yok ama kitap dili kullanıyor. El kol sallayarak bizi kandırmaya çalışıyorlar. Sahte “üstünlüklerini” insanlarımız görüyor, biliyorlar. Halkımızın duyumsal derinliği sonsuz.  İzlerken “kuyruğuna basılınca görürüm sizi” diyenler haklıdır.  “Allah’ım neden bıraktın bizi bu hacıyatmazların eline!” Neler çekiyoruz!

Beklenmedik durumların acısı yakıcı.

Bizde gündem belirleyen, oluşamamış bir milletin “incitilmiş” onurudur. Hepimizden çok uzaklarda olan bir dünyada yaşıyor gibiyiz.  Dün, çöp tenekelerinnde nasip aramaktan  dönen bir eski arkadaşıma rastladım. Selamdan sonra “yetmiyor, kağıt topladım” dedi. İç mimardı. Emeklilere iş yok. Zaten mimarlık diye bir şey de kalmadı. Soracak bir şey ararken, “Jivkov zamanında kurulan binaları mantolamakla ufka el atıyoruz,” dedi.

Sen nasılsın? İki ucunu bağlayabilor musun?” sormadı. Sol elini kaldırır gibi yaptı. Çekip giderken öyle bir baktı ki, “bu sokaktan geçme, rastlaşmayalım, utanç acısı duyuyorum” diyemedi.

Devrim bayrakları dürülmüş.

Son 2 yılda başımızı kaldıramadık. Uluslararası siyasete kilitlendik. Önce Batı Balkanlar’a saplandık. Problemler karışık ve boyumuzdan büyük olduğunu görünce, daha ötelere baktık. Bu defa Venezuella’ya saplandık. Devrim karşı-devrim sayfasını açmaya çalıştık. Açamadık! Modern dünya devrimleri “yumruk ve bayrak devrimi” olmaktan çıkmış.  “Medya ortamı devrim” sahnesi olmuş. Eşeğin sırtina ters oturmuş Hocamızın “Parayı veren, çalar düdüğü” sözlerini anımsadım.  “Medya ortamı devrimleri” ödenen paraya göre her gün birkaç defa lider, kitle ve yön değiştirebiliyor. Venetzüella’yı Küba’ya hediye etmek istediğini gizlemeyen Çaves’in koltuğuna oturan Başkan Maduro, ben vatanımı kimseye “vermem” diyor. Karşı devrim köprü başlarında dalgalanıyor. Anti-demokratlarla mücadele elektronik yönetiyor. Devrimler babası olan dönüşüm öyle bir biçimlenmiş ki, insana açlığı ve susuzluğu unutturuyor. Son aylarda bu Güney Amerika ülkede “karne” arayan kalmamış, iş güç devrim.

Medya yeni yıldızlar uçuşturuyor.

Maaşı, zamanımızı doldurma işinden alan medyacılar, AB parlamento seçimleri arifesinde TV, video ve sosyal medyada yeni yıldızlar uçuşturuyor. Bu yıldızların ırkçı, aşırı sağcı veya marjinal solcu olması hiç önemli değil, ödenen paraya göre,  hepsi aynı parlaklıkla şılayabilir.   “Bilboord” adıyla reklam edilen yol kenarındaki büyük pankartlardaki boy fotoğraflarından dikkati çeken pek olmadı. Nasıl mı anladım? Trafik kazaları çoğalmadı.  Aynı insanaların değişik TV programlarında aynı şeyi anlatırken, gerçekleri gizlediğini biliyoruz. Liderler balık değil, suda yetişmiyor. Toplum bataklıksa, onlar da çamurun ürüdüdür.” Yıldız” olmak için kesenin ağızını bir ay önceden açan faşist ruhlulardan VMRO Başkan Yardımcısı Angel Cambazki dakikasına 8 bin leva ödeyerek ekrana “porno yıldız” gibi yapıştı.

İşin içinde iş olabilir.

Bulgar istihbaratı ikinci maaşı bir Çikago Vakfından almaya alışınca, kökleri 1903’ten, voyvoda soyundan gelen Makedon çapulcuların  son hedefini nedense henüz açıklamadı. Bu tipler, Bulgardan daha Bulgarcı kesilerek, Makedonları Bulgar mı yapmak istiyorlar yoksa Bulgarlardan Makedon mu yapmak istiyorlar, pek anlaşılmış gibi değil. 2017-2018 yıllarında bu işgüzarların para kaynağı “Bulgar kimliği, vatandaşlık, Kırmızı AB Pasaportu, diploma vs” satmaktan göl olurken,  128 bin kişiye Bulgar tebası ve AB pasaportu verilmiş,  28 milyon Avro ceplemiş, şimdi bol keseden seçim yemi saçıyorlar.

 Baş Savcı neden mi sosuyor?

İki sebebi var.

Bir) Bulgar vatandaşlarının sayısı, hele soksul ve çağresiz sürüsü kalabalaştıkça,  fert başı gönderilen AB sosyal yardımları artıyor. Memeyi ağızlayanlar uyuşuyor. 450 bin seçmenin durumu bu.  Toplumun parazitleşmesinden yöneticilerin kazancı büyük çünkü pasifleşenler sorun yaratmıyorlar. Toplumumuzun % 80’ni debilleşmiş. “Debil” yabancı bir söz, ne olduğunu anlamayanlara hap gibi geliyor. Hemen aptallaşıyorlar. Rahatlıyorlar. Debili Amerikan İngilizcesinden çalmışız. Katoliklerin evangelist bataklığında bitmiş. Çaresiz insanlara aşı. “Yemeden içmeden bekeleyin, o gün yakın,  geldi gelecek” türünden umut aşısı.

Bizde seçimlerden önce azınlık ateşi yakılır.

Kibrit,  ırkçı, faşizan tiplerin elindedir. Romen (Çingene) vatandaşlerın evlerini, gettolarını yakıyorlar. Naziler Yahudi ve Çingene vatandaşları “Treplika” ölüm kampına götürürken sözde Almanya’ya işe götürüyorlardı.  Memleketi yanan getto kokusu sardı. Çocuklarını okullara yazdıramayanlar karanlığı delemiyorlar. Düşmanlık kusanlar geceleri fener alayı yapıyorlar. Etnik azıllıka korku aşılayarak hepsini Bulgaristan’dan kovma planını uyguluyorlar. Birçok başka niyetler arasında bir de, işsiz, sefil ve sosyal yardıma muhtaç vatandaşlarımıza Avrupa Fonlarından gelen nafaka  parası hortumuna yapışmışlar, bırakmıyorlar.

Gabrovo kentinde milliyetçi hortlama bu yılki kalkışmaların sekizincisiydi.  Fakir evleri gece boyu yanıyor. Tutuklanan ve içeri atılan kundakçi yok. Yeni faşistleri protesto eden politik parti de yok. Sanki hepsi AB sosyal yardım hortumu başında, kofa doldurma sırasında bekliyorlar.

Borisov hükümetinde Başbakan Yardımcılarından birisi olan Gabrovo Belediyesi eski başkanı Tomislav Donçev ve eşi paylarına düşeni almışlar. Çingenelere sosyal yardım programından  8 milyon Auro’yı banka hesaplarına geçirmişler. Bizde yağan yağmura “Hoş Geldin!” çalana  “bu yaptığın hırsızlık!” diyen yok.

Bulgar istatistiğindeki fakirlikten kıvrananların sayısı arttıkça, mazlum vatandaşlar ülkeyi  terk etmeye zorlandıkça, AB’den gönderilen sosyal yardım paraları aynı parazit kan emici sülüklerinin gırtlağına akıyor. Bizde azınlıkları kovma ateşi, aslında soyguncular bayramıdır…

Seçim arifesinde bir anda aktifleşenler.

Bizde 2007’den beri Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılıyor. Son seçim 2014’te yapılmıştı. O seçimde, aşırı sağcılar henüz kanatlanmamış ve turnalar gibi sıra dizmemişti.

2016’da aldatıcı  “Yurtsever Cephe”yi 3 parti kurdu.

Birincisi) İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) – 1903’ten sonra Osmanlı devletine karşı ayaklanmalarda biçimlenmiştir. 1934 – 1990 yılları arasında yasaklı kalmıştır. 1913’ten beri Türk ve İslam düşmanlığı nüvesinde yer alırken, Birinci Dünya Savaşında Ege ve Vardar nehri boyundan gelen ve Bulgaristan’a yerleşen Makedonları örgütler, Makedonların Bulgar olduğu ve Bulgarca’dan ayrı bir anadilleri olmadığı, Makedonlar ile Bulgarların aynı dil, din, tarih ve etnik kimlikten oldukları görüşünün savunur.

Şimdiki hükumette Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı olan parti başkanı K. Karakaçanov seçim bildirisinde şu politik tezleri savunuyor:

VMRO – NATO’yu güçlendirmek, Bulgar Silahlı Güçlerine “polis ve jandarma” görevi üslenmek; denizde, karada ve havada silahlanmak, AB Ordusu kurmak, Adriyatik Denizi’nden Kara Deniz’e kadar Amerikan askeri üssü döşemek ve “F-16” savaş uçaklarının ne pahasına olursa olsun alınmasında direniyor. Bulgar kamuoyunu bu siyasi çizgide buluşturmak için etnik kart oynuyor, Romenlere saldırıyor, düşmanlık kışkırtıyor. Yıl başından beri gerginlik körüklenirken bazı çok önemli gerçekler su yüzüne çıktı. ABD Sofya Büyük Elçiliği vatandaşlık ve pasaport satan VMRO yönetimi tarafından işlediği suçların sorgulanıp yargılanmasına “olmaz” dedi ve ırkçı ve dolandırıcı “voyvodaları” kanadı altına aldı.

İki) “Ataka” partisi sözüm ona “Yurtsever Cephe” içinde ikinci partidir. İktidar ortaklığına tırmanınca Rusya yanlısı bir parti olduğunu gizlememiştir. “F-16” savaş uçakları alınmasına ve AB’nin Rusya Federasyonu’na yaptırım uygulamasına karşı tavır almıştır. Ortaklığa rağmen,  VMRO ile dış politika konularında temaslarını kesmiştir. AP seçimlerinde grup parçalanmış ve seçime ayrı aday listelerle kayıd yaptırmıştır.

Bu parti Bulgar silahlı kuvvetlerinin Rus silahıyla donatılmasında ısrar ederken, US askeri tesis ve üslerinden kira istiyor. AB’nin dağılması fikrini savunuyor.

Üç) Sözde  “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” de 8 adet “F-16” savaş uçağına 2.8 milyar Auro ödenmesine karşı çıkıyor. Kırım Yarımadasının Rusya toprağı olmadığını iddia ederken, Rus Çarları’nın Kırım Adasını bir defa Batı Bankalarına kredi karşılığı ipotek ettiğini, parayı ödeyemediği için adayı kaybettiğini, 1856 Kırım Savaşında yenildiğini, halen ilhak edilmiş olan toprakların  gerçek sahiplerine vermesinde ısrar ediyor. Bu parti, Rusya’nın Bulgaristan’ın iç işlerine karışmasını kınıyor.

Bu üç aşırı sağcı parti, Avrupa’da aşırı sağcı dalganın yükselmesine rağmen, bizde seçim kampanyasına aralarında uçuşmaya devam eden kıvılcımlarla ayrı ayrı girdi.

Kampanya başında en fazla gürültü koparan dördüncü bir parti ise,  Mecliste grubu olan,  “Volya” (İrade) partisidir. Hem Moskova’ya  hem de Fransız milliyetçi Le Penne Hareketine bağlı olduğunu gizlemiyor. Partinin kurucu babası olan, Rus damadı, Varnalı, akar yakıt ve eczane sektöründe sivrilmiş iş adamı Mareşki,  AB ve NATO’nun dağılmasında ve US üslerinin sökülmesinde ısrar ediyor. AP milletvekili aday listesine, Kasım Dal’ın Başkanı olduğu (HŞHP) partisinden  doç. Dr. Orhan İsmailov’u çekmeyi başardı.

Bu 4 partiden hiç biri % 5.8 barajı aşarak Brüksel AB meclisine temsilci gönderme şansına sahip olmasa da, siyasetin her konusunda görüş belirtirken, propaganda cephesinde başarılı olmaya büyük gayretlerle dikkati çekiyorr. Belki de Kasım ayında yapılacak yerel seçimlere yol döşemeye çalışıyorlar.

AP seçimlerinde yüzleşen büyük güçler.

2009’dan beri Bulgaristan siyaset sahnesinde 2 “büyük parti” var. GERB ve BSP.

2009’dan beri iktidarda olan Başbakan Borisov’un GERB partisi bugüne kadar 11 seçim kazandı, 2017 meclis seçiminde 1 110 000  oy aldı. Hiçbir seçimde salt çoğunluk sağlayamasa da her defasında iktidar kurmayı başardı. Türkiye ile dostane ve semereli ilişkilerden yana olduğunu gizlemezken, Almanya ile yakınlaştı.  Moskova’ya gizlice gülümserken, Washington’a da “siz ne derseniz o olur” demeye devam ediyor. Seçmen aktifliğinin % 30 olması beklenen AP seçiminde GERB 600 bin oyla birinci olma şansını koruyor. GERB bu seçimlere Demeokratik Güçler Birliği (DGB) partisiyle birlikte giriyor.

129 yaşını dolduran sosyalistlerin BSP partisi ikinci büyük partidir. En fazla 550 bin kesin oy kapasitesine sahiptir. Seçimlere “Bulgaristan’ın Geleceği” programıyla girerek, yaşlı seçmenden oy istiyor.

NATO ve AB içinde kalmak, Rusya’ya yaptırımları kaldırmak, Kırım Yarımadasının Rusya’nın elinde kalmasından, Bulgaristan Türklerine azınlık ve kültürel haklarının tanınmamasından  yana çıkıyor ve Moskova ile sıkı maddi ve manevi işbirliği düşlüyor. Siyaseti sol konumdan yürütmeye çalışan sosyalistler, demokrasi ilkelerine basmak isteseler de, çok parçalanmışlardır. Bir kısmının aşırı sola, diğer bir kısmının da sağ yana gönül verdiği izleniyor.

Son 30 yılda Bulgaristan siyasetinde orta çizgide konum alan Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) bu seçimde de 4 milletvekilini Brüksel’e gönderme planları yaptığını açıklamış bulunuyor. Seçimler yaklaştıkça partiyi temsil edenler ile ipleri çekenler arasında sorun yaşandığı dikkat çekiyor.

Öte yandan Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Müslüman Türklerden iyice koptu. İdeolojik, siyasi ve sosyal açılımını halka anlatamadığı “liberalizmden” bahsini sürdürüyor. Türklerin yaklaşan seçimlerde “pas”demesi ya da iktidar partisi GERB sandığına oy atması, aslında hak, özgürlük, adalet ve demekrasi davamıza yeni bir darbe olurken, kitlelerin parti yönetiminden tamamen koptuğuna da kanıt getiriyor. T.C.’deki soydaşlarımız bu seçimlere katılmıyor.

Aranan lider mumya değil, insan olmalıdır

Seçim kampanyası kapısı aralanırken yapılan sosyolojik araştırmalar, Bulgaristan’da  sosyal medya sahnesinde oynanan siyasi oyunda incitici sözler ve küstah kavramlar kullanan ve duygusal saldırılarda bulunan, el kol sallayan, sert davranan adayların ilgi çektiğini, hızlı popüler olduğunu hemen ortaya koydu. Medya ortamında (Hitler, Stalin, Jivkov yıllarında olduğu gibi) tek kişinin dikta devri bitmiş ve el kol sallayan, sinirli, hiddetli, boş kafalılar devrine girildiği gizlenemiyor. Değişik komplolar açıklandı, kurulan tuzaklar görüldü, “bu derenin suyu budur” denerek kampanya devam ediyor.  Bazı araştırmalar seçmenin “yeni yıldız” aradığına işaret ederken, toplumda “lider” boşluğu olduğu da hissediliyor.

Bulgaristan’da anketlerle aranan liderin kusursuz,  sorunsuz, geçmişi temiz, sabıkasız biri olduğu açıklandı. Giyim kuşamı, saç tıraşı, gülümsemesi, hatta liderin kendisi ile alay etmesi, yakınları hakkında anekdot anlatması aranan niteliklerin başında geliyor.

İnsanlar değişilik istiyor, reform sözünü seviyor, ama kendi sokağının su boruları değiştirilirken rahatının bozulmasını asla istemiyor. Herkes dalından koparılan domates ve salatalıktan söz ederken, tarlaya gidip domates ekip kazan, rahmet yerine dolu düşünce, sigortacılarla kafa patlatmak isteyen biri yok. Tam bu noktada, politik yaşamı bloke eden zihniyetin egemenlik kurduğunu, hatta siyaseti özelleştirmek ve TV kanal düğmelerinden yönetmek ve ayarlamak istiyenler arasında yaşadığımızı fark ediyoruz. Günlük yaşamımızı esir alan, kar, don, dolu, su baskını, baraş ve gölet taşması, köprü çöküşü, trafik kazaları, bankamatık, ev ve banka soygunları ve binlerce başkası sunami gibi üzerimize geliyor ve beynimizin düşünme kabiliyetini söküp almak istiyor. Bunun modern adı – insanların aklını kontrol altına almaktır. Bunu yapmanın aracı korkuyu şişeden çıkarıp 24 saat bin bir çehreyle zavallı insancıklara medya ekranından göstermektir. Tüm elektronik oyunlar, hatta insanın 10 canı olup, defalarca ölüp canlanması, açlık korkusu yaratan yeyip yeyip doymaması, cahillik korkusu yaratan bellek silme oyunlar ve daha neler neler hep bu iğrenç korkuyu besleyip büyütüyor. Batı devletlerinin en gözde üniversitelerinde okumuş ve birer ikişer dönmeye başlayan ve mesleğiniz nedir dendiğinde “PR” demekten çekinmeyenlerin hepsinin tek ödevi ve becerisi var: Gözlerimiz önünde safte bir plastik gerçeklik yaratmak ve hepimizi geleceğimizle korkutmak.

Biz nereye gittiğimizi biliyor muyuz?

Politikada,  frene basmak ya da arabanın tekerine taş koymak  en sık kullanılan yöntemdir. Kapı çalan Avrupa Parlamentosu seçimleridir. 17 milletvekili göndereceğiz. Brüksel meclisinde 20 dile tercüme edilse de, görüşmelerde uzlaşma dili, şimdiye kadar İngilizceydi. Britanya AB’den ayrılıyor. “Brekzit” salgınına çare bulunamadı. İngiliz vekillerle birlikte İngiliz dili de meclis salonundan çıkarsa yeri boş mu kalacak?  Fransızça mı? Almanca mı? İspanyolca mı?

DPS partisinin açıkladığı 17 kişilik listede, Almanca, Fransızca, İspanyolca bilen yok. Hepsinin konuştuğu yarım yamalak Bulgarca. Adaylardan hiç birisi ömürlerinde hiçbir politik, kültürel veya sosyal sorun çözmüş birisi değildir. Hatta hiç biri henüz onaylanmamış olan AB Anayasını da okumamışlar. Bulgaristan tarihini doğru dürüst bilmedikleri gibi Avrupa tarihini ve güncel problemlerini de bilmiyorlar. Üniversitelerimizin hiç birinde AB kadroları hazırlanmıyor. Hepsinin bir hevesi var Brüksel’e gidip geri zengin dönmek.

AB tartışmaları ve biz

Son dönem AB’de tartışılan çok önemli bir konu var: Federatif AB mi? Yoksa ulusların AB’si mi? Bu konuda Bulgar partileri, propaganda ve kamuoyu ikiye bölünmüş durumda. GERB (Avrupa Halk Partisi – ENP – uzantısı olarak) federatif geleceği savunuyor. Bunun ne olduğunu açıklarken “tek hükümetli federatif  bir devlet” diyenleri dinledik de, ne olduğunu tam olarak anlayamadık.  Avrupa için yeni bir boyut oluşturulacak mı? Ortak Anayasa olacak mı? Milli yasalar bu anayasaya göre yeniden mi yazılacak. Sosyal alanda beklentiler şöyle: AB ülkelerinde tek asgari ücret, emekli maaşlarının dengelenmesi, sosyal yardımların eşit olması vs.

Atavatanlar AB’desine açıklık getirilmelidir.

Bir de “milliyetlerin AB-si” dendi. Onlar da Brüksel meclisi ve kurduğu komisyonlarda  yasalar yazacak, kararlar alacak ama bunlar üye 27 devlet için zorunlu olmayacak, ulusal meclislerde yeniden tartışılacak, kimileri rafa kaldırılırken, uygun bulunanlar uygulanacak vs. Şimdi olduğu gibi. Bulgaristan Paris Azınlıklar Çerçeve Antlaşmasını imzaladı, fakat uygulamıyor. Azınlık haklarımızı tanımıyor. Okullarımızda anadil, etnik topluluk tarihi, İslam dini dersleri ve daha birçok gerekli derslerin okutulmasına taş koyuyor. Türkçe dedinince tüm cinler birden ayağa kalkıyor. Şu “millet” sözü, Bulgarca’da milliyetçilikle bağlandığından dolayı ve Avrupa kıtasında aşırı milliyetçiliğe doğru kayma yaşandığı için, “milli devletler” kavramının “ata-devletleri” kavramıyla değiştirilmesine karar vermişler. Biz de zaten vatanımıza atavatan diyoruz. Fakat  onların ki, satıhsal, biçimsel bir değişiklik ve özdeki ırkçılık, aşırı milliyetçilik, azınlıkları ötekileştirmek ve yabancı düşmanlığı korunuyor.

Bu ortamda, Brüksel’de bir siyasi yönetim merkezi kurulmasını kabul edecek miyiz veya zaten bunalımda olan AB arabasının her tekerleğine taş mı koyacağız?

AB insanların daha iyi, verimli, huzurlu yaşaması ve yönetilmesi için kurulmuşsa, oy kullanmada herkesin özgür olması gerekir. Biz BULTÜRK olarak dış ülkelerde bulunan soydaşlarımızın ve gurbetçi vatandaşlarımızın oyunu en özgür bir çimde “mektupla” kullanmasını önerdik. Şimdilik tutmadı.

Bizden baskın çıkanlar, 2012’den beri Bulgaristan’da toplumu elektronik araçlarla, kamara ve dinleme cıhazlarıyla yönetmeyi aşılayıp kabul ettirmeyi deniyorlar. Ütopyanın kurgu ustası George Orwell’in “Big Brather” (Büyük Kardeş) romanından esinlenerek ayarlanan birkaç defa 3 aylık periotlarla bir  TV programında oynayan denemeyi, bir zaman sonra herkes bıktı. Olay şöyle. TV ekranında 15 kişilik bir ekip 24 saat seyirci tarafından izleniyor. Seyirci burada kayıranlara parmak sallayan Büyük Kardeş (ağabey) rolü görüyor. Bizde bu olay polisin 24 saat gözünü ayırmadığı “toplama kampını” andırdı. Son 50 yıl özgürlük arayan Bulgar kavmi ülkeyi terk ederken, “kamera karesi içinde yaşamayı kabul etmem,” dedi. Ardından  Çingene mahallerinin (gettoların) her sokağına ve kolibelerin dört köşesine takılan kameralar da seri doğumu frenleyemedi, küfürlü yaşamı değiştirmedi, sefilliğe de çözüm getirmedi.

Oy kullanma işi internet üzerinden yapılırsa (26 Mayıs seçiminde uygulanamıyor) kolektif sorumluluk duygusu yeniden belire bilir. Bulgaristan koşullarında bunun atasözü şudur: “Ortak malı kimse yemez.”

Gözle görünen ve duyumsanan bir enerji birikimi var. Bundan yararlanmak için ya yeni çıkış noktası ya da geri dönme yolu aramak zorundayız.

Politika hayal yaratmaktır gerçeğinden çıkarsak,  insanı doğaya geri de çevirebiliriz, fakat bu çıkış yolu olabilir mi? Görüldüğü üzere 7.8 milyar Avro Tarımsal Kalkınma Fon parası, Türkiye’den veya Avrupa’dan köylülerimizi dede evlerine, bağ-bahçelere ve tarlalarına döndürmedi. Büyük Britanya nostaljisi İngilizler’de çok daha güçlü olmalı ki, “breksit” doğurdu ve sancı yaşatıyor.Unutmayalım geçmiş yüzde yüz tekrar etmez. Günümüz, geçmişin bir tablosudur. İstenen ya da istenmeyen Osmanlı gerçekliği de öyle… Politikacılar yeni bir şey bulamazsa, safsaklar ve toplumsal dalga tarafından devrilir ve bu dalga medya dalgası da olabilir.

Günümüzün siyaset insanları kendileri problem, düşman yaratıyor ve sonra onunla kendileri başa çıkıyor. Yaklaşan seçimlerin ana konularından (korku) biri Şiddete Karşı İstanbul Anlaşmasıdır. Bu anlaşma bizde “cender” problemi olarak dallandı. Aslında Amerikan evancelislerin geçen yüzyıl yarattığı bir sorundur. Şimdi bir yel değirmeniyle boğuşuyoruz. Her sorun gibi bu da, insanoğlunun toplumsal yaşama katıldığı zaman yaşındadır.

Birçok başka sorunla birlikte, AP seçimleri öncesinde bizi birlik kurmaya davet eden çök önemli sorunlar da var. Bunlardan birisi “ortak milli çıkarlarımızdır.”  Her şeyde birlik ve farklılık kardeştir. Bizi birleştiren anavatan, ahlak, atalarımız, bayraktır diyenlerin iki yüzlü davranmaları hep iş bozdu. Totalitarizm kalıtı bizi ayırmaya devam ediyor. Yasalarımızın demokratik öz taşımaması, insan ayrımına son verilememesi, eşitlik sağlanamaması, azınlık haklarının tanınmaması hele de çocuk haklarındaki eşitsizlik vb derin yaralar açıyor ve birlikte yaşayacağımız günleri karartıyor. Din ve Tanrılarımız, gelenek ve törelerimiz, ahlakımız farklı olabilir, fakat insanın insana hoşgörüsünü, saygı ve yardımlaşma azmini yaşatmak ortak çıkarlarımıza harçtır.

Politika insanın ad yapmasıyla başlar ve isminin alınıp silinmesiyle biter. Biz bunları yaşadık. Şimdi Avrupa Parlamentosun’da adyapmaya çalışıyoruz. Kendi temsilcilerimizi, Türk kimlikli kardeşlerimizi göndereceğimize liste başına yine hayırsızları dizmişiz. Burakın bu oyunları. Dalavere, dolandırma ve aldatma zamanının ömrü bitti. Avrupalı Bulgaristan Türkleri olma şerefi bizimdir. Bu hakkımızı kimse elimizden alamaz. Bizim kimseye borcumuz yok. Olsa bile beklesin, kalmaz, taksit taksit öder kurtuluruz!

Geleneklerimizi yaşatmak ve geliştirmek için özgürlük istiyoruz.
Çamura saplanmış Bulgar toplumunu yola çıkarmak için özgürlük istiyoruz.
Nasipten fazlası olmaz!
https://issuu.com/bulturk

 

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

19 − 1 =