Rafet ULUTURK
Tarih, milletlerin hafızasıdır. Hafızasını kaybeden milletler, kimliğini de kaybeder. Bizim tarihimizde öyle dönüm noktaları vardır ki, Avrupa aradan yüzyıllar geçse bile unutmaz. Çünkü o zaferler, sadece meydanlarda değil, zihinlerde de kazanılmıştır.
1071 Malazgirt Zaferi…
Alparslan’ın “Ölürsem kefenim olsun” diyerek beyaz elbisesiyle çıktığı meydan. Türk’ün Anadolu’ya ayak basması değil, kök salmasıdır.
Avrupa için bu zafer, Türk’ün artık geri dönmeyeceğinin ilanıdır. Onlar bunu hâlâ hatırlar. Biz ise ne kadar içselleştirebiliyoruz?
1526 Mohaç Zaferi…
Sadece iki saat sürdü. Avrupa’nın birleşik ordusu darmadağın oldu.
Bu hezimet, Avrupa’nın gururunu kırdı, Türk korkusunu Avrupa’nın hafızasına kazıdı. Aradan asırlar geçti ama Mohaç, hâlâ Batı tarih kitaplarında ayrı bir başlıktır.
1453 İstanbul’un Fethi…
Fatih’in dehası, çağları kapatıp açan iradesi. Bizans’ın sonu, yeni bir dünyanın başlangıcı. Avrupa için bu kayıp hâlâ derin bir yaradır.
Bugün bile İstanbul denildiğinde, Batı’nın kalbinde bir sızı vardır.
Evet… Avrupa unutmaz.
Çünkü tarih bilinciyle yaşar, geçmişini diri tutar. Peki ya biz? Biz bazen kendi zaferlerimizi hatırlamakta zorlanıyoruz. Gündelik telaşlar arasında, tarihimizi gölgede bırakıyoruz.
Oysa bu zaferler, sadece övünmek için değil; geleceğe yol göstermek için de vardır. Malazgirt’in cesaretini, Mohaç’ın kararlılığını, İstanbul’un vizyonunu yeniden hatırlamak… İşte asıl ihtiyaç duyduğumuz şey budur.
Avrupa unutmuyor…
Ama unutmaya meyilli olan biziz.