BULTÜRK Editör’ün Haziran Yazısı
Editörün Köşesi: BGSAM
İki Taşın Arasındayız
30 yıldan beri baktık bakındık bir şey olmadı. Tam 30. yılında yapılacak bir şeyler varsa, yapılsın da, halk huzur bulsun, diyenler çoğaldı.
Bulgaristan’da 16 Kasım 2016’da yapılan hak oylamasında, 2,5 milyon vatandaş, “hiş olmazsa kiminizden kiminiz bağlı çekilin de, başkaları gelsin” dedi. 3 yıl sonra, iktidar partisi GERB Başkan yardımcısı, meclis grubu başkanı ve 2005’ten beri bu partiyi “baba evi” haline getirmeye çalışan Tsvetan Tsetanov kulağından tutulup iğininden çıkarılınca, aman ötekilerine ilişmeyelim, “parti üzerimize yıkılacak” diyenlerin sesi en fazla işitildi.
Ne var ki, ülkemizde bir parti yıkılsa ne olur, tarih hepimizin üstüne devrilse ne olur sorusuna cevap aranmıyor. Aramaya heveslenenlerin önünde 2 büyük taş var ve yerinden tepiştirilemiyor. 21. Yüzyılda Bulgaristan’ı ilgilendiren sorun bu olacak inancındayım. Faşist ve totaliterciler bu taşlarla yaşamaya alışmış, biz Türkler ise iki taş arasında ezilme korkusunu azaltamıyoruz.
Bu sene, Bulgaristan’da Bulgaristan’ın 1878’den sonraki tarihi ve Bulgar edebiyatı ders kitapları yeniden ve gerçekçi bir şekilde yazılsın kararı alınmıştı. Eğitim bakanlı bu işi Sofya “Sv.Sv. Kiril ve Metodiy” Üniversitesi Profesörlerine havale etmişlerdi.
Mayıs 2019’da kitaplar yazılmış ama kamuoyunda kabul edilmedi.
İşin bizimle ilgili tarafı şöyle, milli kimliğimiz tanınmadığı gibi 1984-1989 zulümle isim değiştirme, Bulgarlaştırma, okullarımızı kapatma, camilerimizi yıkma, anadillimizin yasaklanması, ölüm listeleri açıklanan soykırım, edebiyat, sanat ve kültürümüzü yok eden kültürel soykırım, 360 bin Türk’ün 2 ayda vatanından kovulmasından hiç söz bile edilmemiş. Tabii bu olayın azınlıklarla ilgili tarafı ki, sanki Bulgar toplumu içindeki ANA ÇELİŞKİYİ içine almıyor gibi.
Şimdiki çatışmada ana çelişkiyi görebilmemiz için, 1878’de başlayan III. Bulgar Devleti tarihini üçe bölmek zorundayız.
Birinci Bölüm; 1878 – 1944 yılları arasını,
İkinci Bölüm; 1944 -1989 yılları arasını yeniden değerlendirmeye çalışırken,
Üçüncü Bölüm; ise, faşist Çar monarşisi olarak nitelenen birincisi ile totaliter komünizm olan ikincisi arasındaki dengeyi sağlamaya çalışıyor.
Ne var ki, bunu yaparken, 1972-73 ve 1984-89 yılları arasında Bulgaristan’ın ANA ÇELİŞKİSİ OLAN “Müslüman Türkleri asimile etme siyasetine karşı mücadeleyi” kitaplara almıyor ve daha doğrusu konuya dahi asla değinmiyor.
Şimdi Bulgaristan’da hit olan fikir şudur: “9 Eylül 1944’ten sonra Bulgaristan’da entelektüel elit yok edildi ve kör cahillik aldı yürüdü.” Tarihçilerin yaşayan babası olan Prof. Pantev bu tartışmaya şöyle bir taş koydu: “Fakir dünyaya gelen cahil ölür!”
Yazanlar, çizenler ve anlatanlar 1944 öncesi dönemde bir de Yabancı gazeteci, yazar ve politikacıların gözüyle “tarafsız” bakalım dediler.
İşte bu görüşleri:
Fransız romancı Romen Rolan;
Nobel Ödülü sahibi Fransız romancı Romen Rolan, denge sağlanamayan ve karışmış durumlar için şöyle dedi: “Aydınların ödevi karışık tasavvurlar içindeki gerçeği bulup gün ışığına çıkarmaktır.”
Fransız yazar Anri Barbüs;
“Gonkur” edebiyat ödülüne sahip Fransız yazar Anri Barbüs ise Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasında Bulgaristan’a gelip gitmiş ve üstüne bir de kitap yazmıştır. O, “yalan olduğu yerde”, gerçek ortaya çıkarılmalı ve halkın onu görmesi sağlanmalıdır.” diyor.
Anri Barbüs:
O, 1925 güzünde Balkan devletlerinde faşizm ve beyaz terör kurbanlarını koruma komitesi kurdu ve aynı yılın Aralık ayında Komite Başkanı sıfatıyla Bulgaristan’a geldi ve Avrupa’da dolaşan trajik olay haberlerini denetledi.
Paris’e döndüğünde “Katiller” adlı kitabını yazdı ve şöyle dedi:
“Birinci Dünya Savaşından sonra, Bulgaristan’ın tarih zincirine dizilen feci olaylar, geçmişe ait değildir. Bu trajedi bugünün faciasıdır, çünkü hükumetin etkinlikleri ve muhalefete ve düşmanlarına karşı makamların uyguladığı şiddet yöntemleri, hiçbir surette değişiklik kaydetmemiştir…
Bulgar halkı, beyaz terör şirketine yem edilmiş ve “sorumluluk taşımayan” cani ajanların eline bırakılmıştır. Yayınlanan delillerin hiç biri abartılmamıştır.
“Gerçekler korkunçtur:”
“… Denetlediğimiz veriler, inkâr edilmez rakamlar üzerinden konuşalım ve hep beraber şu sözleri haykıralım: Orada, işi insan öldürmek olan, maskeli ama çok büyük bir örgüt katliam işliyor…”
Dik başlılar kesilmiştir, şurada burada başını yeniden kaldıran olursa, onun-başı da kesilecektir. Köylerde ve şehirlerde emekçilerin bilinçli güçlerinin hepsi yok edilmek isteniyor.
Bulgaristan’da mezarlık sessizliği var. Bu insanlar birbirlerini ve yaşadıkları topluluğu sakatlıyorlar. Ülkede yaşananların yalnız çatısının adı barış…
Tsankov hükümetinin (1923) iş başına gelmesinden sonra hükumet güçlerinin 18 000 kişiyi öldürdüğünü bildiriyor.
Bu rakamı Bay Wanderweld de doğruladı. Görüştüğüm saygın kişiler katledilenlerin sayısını doğruladı. Bir mucize eseri 1923 devlet darbesinden sonra) hala dışarıda olan, tanınmış bağımsız kişiler Sofya’da darbe arifesinde 15 000, darbeden sonra da daha 5 000 kişinin öldürüldüğünü paylaştılar.
Anri Barbüs: “Katiller” (1926)
Sofya merkezindeki “SV. Nedelya” kilisesi kubbesinin havaya uçurulmasından önce, 1925 yılının Ocak ayında, Savunma Bakanı İvan Vılkov tarafından hazırlanan gizli emirden bir alıntı: “Her şeyden önce en becerikli, en akıllı ve en cesur olan ENTELEKTÜELLERİN YOK EDİLMESİ önemlidir. En kısa zamanda likide edilecek olanların cetvelleri hazırlanmalı ve anlara öncülük edenler tutuklanarak yok edilmelidir. Kargaşa, protesto ve isyan beliren her yerde hapishanede yatmış olanlar, suikastçılar, yardımcıları, onları gizleyenler öldürülmelidir. Aileleri de yok edilmeli, evleri yakılmalıdır. Tutuklananlardan her biri 24 saat içinde yargılanmalı ve idam edilmelidir. İsyancılar ailelerinin gözü önünde öldürülmelidir. Subay emirlerine uymayanlar yerinde kurşunlanmalıdır…!”
15 Nisan 1923 askeri darbeden bir gün önce, Sıkı Yönetim emri artık imzalanmıştır. Darbede Başbakan olan Tsankov: “Komünistler darbe yapmazsa, biz darbe yapacağız!” demiştir.
Barbüs şöyle devam ediyor:
“İnsanlar kara terör geliyor yalanıyla, huzur ve güvenlik uydurmasıyla, isyan olacak yalanıyla aldatılarak, köy ve kasabalar basılarak, yasal ve keyfi usullerle öldürülüyordu. Eski bakanlar, milletvekilleri, parti militan ve eylemcileri, subaylar, din adamları, avukatlar, hekimler, devlet memurları tek tek ve grup halinde kıyıldılar. Katledilenlerin isimleri, yapılan işkenceler, baskınlar birçok kitaba kaydedilmiştir. Eski milletvekilinden Stoev’in poliste gördüğü işkencelerde kanlanan gömleğini meclis körsüsünden gösteren Milletvekili Petko D. Petkov ağır işkencelere dayanamayarak öldürülmüştür. “
Avrupalı gazeteci Herbst,
“ Avrupa ülkelerinde bilinen gazeteci Herbst, Polis Müdürlüğündeki fırına atılarak canlı yakılmıştır. Hükümetin darbeci planlarını eleştiren Herbst, çıkardığı “Vik” (Haykırış) gazetesinde faşizmin tırmanışını kınamıştır.
1925 yılında öldürülen 36 editör, gazeteci ve yayıncının listesi elimdedir. ”Eylül” destanını yazan şair Geo Milev önce tutuklanıp serbest bırakılsa da ardından sakat bırakılmış ve öldürülmüştür. Başbakan Tsankov’un ajanlarının temel ödevi aydınları yok etmekti. Bulgaristan entelektüellerinin hepsi kıyıldı ve toplu mezarlara atıldı. Yüzlerce öğretmen, 40 milletvekili, Çiftçi Partisinden bakanlar, subay, doktor, mühendis ve din adamı katledildi.
Binlerce şehidin ismi yayınlanmış, fakat bunların arasında Türk ismi yoktur. Halk Çiftçi Partisi Başkanı Aleksandır Stanboliyski’nin de kolları ve bacaklarının kesilmesi ve kafasının kaydırılıp Sofya’ya Çar III. Boris’in huzuruna götürüldüğü bu darbe, öncelikle Bulgarların kedi arasında bir hesaplaşmadır.
Anri Barbüs kitabında tutuklulara yapılan işkencelerle ilgili Burgaz Polis Amirliğinden şöyle bir örnek vermiştir:
“Şiddete Karşı Mücadele Kamu Komitesi üyesi Paskal Nenov’un annesi tutuklanmıştır. Yere yatırılmış olan kadının bacakları ve kolları bağlanarak açılmış ve işkenceler oğlunun gözü önünde yapılmıştır. Dövülen yaşlı kadının vücudu şişmiş ve sabaha karşı can vermiştir. Oğlu Nenov bu işkenceleri gördükten sonra deli hastanesine düşmüş ve kurşuna dizilerek öldürülmüştür.
Yazar romanında, bir grup genci, anne ve babalarının gözü önünde kurşuna dizen ve daha sonra eve beyinlere katil elini öptüren Bulgar Albay Kuzmanov’u ve başka örnekler anlatıyor.
Anri Barbüs 1923 askeri darbesine “dünya tarafından lanetlenen, bir delilik” dedi. Bulgar şair Anton Straşemirov şu nitelemeyi getirdi: “Bu darbe uzun zamandan beri süregelen kitle kıyımı ve şiddetin, insanların sokaklarda saldırıya uğrarak can verişinin bir sonucudur… Bu zavallı ülke facialarının üçüncüsüdür. Askeri darbeden sonda ülkedeki şiddet daha da yoğunlaşmıştır.”
1923 yılı terörüyle ilgili Leyberist Partisi temsilcisi Belçika Dış İşleri Bakanı Emil Wangerweld’in yayınladığı veriler şöyledir: “Öldürülenlerin sayısı 20 bindir.”
Amerikalı yazar Sharls Moc “Bulgaristan’da Neler Oluyor?” adlı kitabında ”Askeri darbeden 6 gün sonra, 22 Nisan 1923’te, 30 bin kişinin tutuklanıp hapislere tıkıldığını” yazdı.
Şimdi olduğu gibi o zaman da Bulgar makamlar tamamen ters ve çelişkili bilgi vermiştir: Savunma Bakanlığı Sofya, Plovdiv (Filibe) ve Varna’da 27 bin kişi tutuklandığını bildirirken, Çar III. Boris “ölü sayısı 1000 kişi” dedi. Dış İşleri Bakan’ı 1923’ün Eylülündeki olaylarda 5 bin kişi öldürüldüğünü, Dış İşleri Bakanlığı Genel Sekreteri ise, “olay yerinde kalanların artı eksi % 5 yani 3 500 kişi olduğunu duyurdu!?.
9 Haziran 1923’te darbenin yapıldığı gün Sofya’da bulunan bilinen yazar Heminguey Bulgaristan’dan gönderdiği söyleşilerde şunlara yer vermiştir: “Başbakan Al. Stanboliyski Almancı ordulu subaylar, dalavereciler, rüşvetçiler ve komplocular tarafından iktidardan indirildi. Stanboliyski’nin, kurtarmaya çalıştığı Bulgaristan’ı tamamen yıkıma sürüklediler.”
Bu feci olaylara karşı dünyaca bilinen Barbüs’ten başka Maksim Gorki, Roman Rolan, Şarl Plisnie, Anpi Tores, Marsel Vilar, Charl Moc, Marsel Kaşen, Daniel Reny, Pol Vayan Kütürie, Gabriel Peri, Sesil Maloun, Ulyam MakKindır, Alman İnsan Hakları Birliği ve daha büyük sayıda protesto sesi yükseltiyorlar.
Londra parlamentosu şu sonuca varıyor: “Bulgaristan’da faşist-terör örgütleri iktidarı ele geçirmişlerdir. General Vılkov onları destekliyor ve bütün katliam olaylarına bizzat katılıyor.”
Anri Barbüs Bulgar darbesini şöyle genelleştiriyor: “Ne yazık ki barbarlık yaşadığımız toprakları kapladı. İnsan adını utanç veren duruma getirdi. Bulgar halkı tarafından değil, idarecilerince yapılan barbarlıkları medeni insanlara anlatırken utanç duyuyorum.”
İdamlar konusunda 1923 sonunda mecliste konuşan Nazi heveslisi “entelektüel” Prof. Başbakan Aleksandır Tsankov şöyle demiştir:
“Darbe ile ellerimizi çözdüler. Bizi şiddet uygulamakla suçluyorlar!?. Bu, biraz fazladır!… Bizi tutuculukla itham ediyorlar, kayıplara karışanlarla ilgili hesap soruyorlar. Ben yalnız sorulara cevap veriyorum. Biz devleti koruduk…”
Tsankov şöyle devam ediyor:
“Biz vicdanımız önünde suçsuzdur. Tarih bizi haklı çıkaracaktır. Biz Bulgaristan adına kahramanlıklar yaptık! Gölgemi gördüklerinde tır tır titriyorlar, çünkü ben kadife eldivenle okşamıyorum. Ben devleti korumak adına görevimi yerine getirdim.”
***
1934 askeri darbesinden sonra da kendilerini haklı göstermek isteyenler aynı sözleri söylediler.
1944 yılına kadar komünistler, çiftçiler ve partizanlardan 5 bin kişi daha öldürürken, iç savaş şeklinde gelişen ANA ÇELİŞKİDE Çar III. Boris’uın jandarma, polis, sivil polis ve diğer ajanları da 7 862 kayıp verdiler. 9 Eylül 1944’ün sabahında Bulgaristan’da komünist terör başladı ve 24 bin kişi yargısız infaz edildi. Bunların arasında da bakanlar, naipler, generaller, Profesörler, doktorlar, mühendisler, öğretmenler ve Nazi hademeleri vardı. 200 bine yakın vatandaş “Belene” ölüm kampı ve diğer 165 toplama kampında kaldı, sürgün edildi, yargılanmadan hapis yattı. Terör görenlere Pomaklar, Türkler, Romenler, Ulahlar, Makedonlar vb azınlıklar da katıldı. Büyük sayıda köy ve kasaba boşaltıldı. Etnik baskı ve terör büyük sayıda kurban aldı. Devlet ve halk bir defa Bulgarlar arasında köylü-işçi ve sömürenler olarak ikiye ayrılırken, ardından tüketici politik sınıf oluştu, Bulgaristan’ın bütün parası 200 aile elinde toplanırken, sağ ve sol politik partilerin hepsi devlet bütçesi yemliğinden beslendi ve beslenmeye devam ediyor.
Bugünkü sorun: Okullarda ne okutulacak? Ve şu şeklinde biçimlendi.
Tarihi çarpıtılan bir devletin geleceği olmaz olamaz. Devletin katillerle hesaplaşması durdurulamaz.
Biz Bulgaristan Türkleri bugün Bulgaristan’da iki taş arasında kaldık.
Birinci taş III. Bulgar devletinin 1878-1944 dönemi tarihidir.
Bu devirde Bulgar devleti 6 defa savaş girmiş, bazı çarpışmaları kazanmış, fakat tüm savaşlardan yenik çıkmıştır. Yine aynı devirde 4 askeri darbe yapıldı. Bunun birincisini Birinci Bulgar Prensi Aleksandır Batenberg,
İkincisini ve Üçüncüsünü 1923’te 1934’te ordulular, sonuncusunu da 1944’te komünistler yaptı. 1918’de Birinci Büyük Savaş’tan dönerken ayaklanan Bulgar askerileri (Vladaya Asker Ayaklanması) Monarşi rejiminin Cumhuriyetle değiştirilmesini istediler. 1923 Eylülünde ayaklanan Haziran askeri darbesine ve teröre karşı isyan işçi ve köylüler de Monarşinin gitmesini ve demokratik işçi köylü düzeni kurulmasını istediler.
Bu dönemde, 1913’te Batı Rodoplar’da 250 bin Pomak kardeşlerimizin adı değişti, Hıristiyanlaştırıldılar, bu gün %60 başarılı olmuşlardır. O zaman Sofya’da askeri ateşe olan Mustafa Kemal diplomatik ve politik yolları kullanarak, onlara kardım etti. Hak ve özgürlüklerini geri aldılar.
1934’te Bulgarlaştırma kampanyası Smolyan (Paşmaklı) eyaletinde başladı ve Blogoevgrad (Yukarı Cuma) köy ve şehirlerine kadar yayıldı. 1944’e kadar şiddetlenerek devam etti. Türkiye’ye göçler de durmadı. Fakat bu olaylar yeni kitaplarda da (Bulgaristan’ın uluslar arası otoritesine zarar verdiği için anılması istenmiyor.)
Birinci bölümde olduğu gibi ikinci bölümde de Bulgaristan tarihi üretim araçları ve üretim ilişkileri arasındaki etkileşimle yenilenme olarak ele alınmıyor. İkinci taş, totaliter komünist dönemin algılanması ve yorumlanmasıdır. Yeni yapılan kitaplarda antikomünist ve anti-totaliter direnişlere yer verilmek istemediği gibi, Bulgaristan’da bir terör rejimi olan Todor Jivkov diktatörlüğü övülüyor. Bu iki taş, şu an Bulgaristan’ın demokrasiye ve adalete doğru toplumsal yolu kesmiş durumdadır. Bu yolun açılabilmesi için Bulgaristan tarihinin, devlet ve azınlıklar arası münasebetlerin, hukukun üstünlüğü ve azınlıklara eşitlik ve eşit imkânlar tanınması, azınlıkların kültürel haklarının tanınmasını zorunlu kılmaktadır. Demokratik Cumhuriyet ilan etmek, Anayasa değiştirmek, Avrupa Birliği üyesi olmak ve diğer birçok gelişimin temelinde özgürlük, çok kültürlülük, insan hakları ile azınlık haklarını ile kardeşçe birlik kurulamadıkça, hiçbir edinimin saygıya değer olamaz.
Bulgaristan tarihini bizim de öz tarihimiz olabilmesi için öncelikle geleceğimizi frenleyen taşları el ele verip mutlaka kaldırmamız gerekiyor. Hiçbir kimseden, geçmişimizi gizlememize gerek yok, zaten tüm dünya olup biteni tüm ayrıntılarıyla biliyor. Bu yazıma ünlü yazar Anri Barbüs’ü bu nedenle konuk ettim. Bulgar’ın zulmünü bilmeyen mi kaldı….?
Paylaşmayı unutmayınız…