Murat ULUTÜRK
TURAN Dağlarını delerek geçme mutluluğunu bu defa da bize nasip etmişti.
Memleketimizde büyük küçük dağlar var. Birbirine bakarak yükselir. En yükseğinin doruğunu hiç göremezsin, çünkü ya kar ya da bulut kaplıdır ve erişilmezken ne bulutlara ne de karlı dağların başına, kimse kim birileri bu dağların başına TURAN demiş.
Bizde göre gördür şeyler, insanların göremediğini suyun gözü görür ve okur yazar olmayanları, ardından bir bakmışın yeni doğan bir çocuğa TURAN ismi koymuşlar.
Delinse yer, çökse gök, TURAN işidir, işitilen.
Nice destan ve efsaneler hiç yazılmadan anlatır TURAN âlemlerini.
Memleketim Bulgaristan’da nehirlerin en büyü Tuna’dır. Bir TURAN nehridir gururlu. Aksakallarımızdan şair Galip Sertel, Ağaçlar Denizi ve Tuna deryası arasına sıkışmış ruhuyla hep kıyıdan kenardan avlanır sularında..
Kocaman yürekli Nazım Hikmet’in büyüktür Tuna ve TURAN sevdası ve bilinmezler dünyasının en derinlerine daldığı an bile dokunsan omzuna,
Gökte bulut yok
Söğütler yağmurlu
Tuna’ya rastladım
Akıyor çamurlu çamurlu…
Ne var ki, Turan bir medeniyettir, renksizdir Dev Dağların suları gibi.
Biz bakmışsın derinlere bakar, dipsiz bir kuyuya bakar gibi,
Bir bakmışsın gökyüzünde gözleri arar yıldızların en güzelini!
Medeniyet sınırı olmayandır.
Turan medeniyeti bin kere büyümüş ve bin kere bin küçülmüş ama hiç yok olmamıştır.
Bu dünyadan gelen geçen hep Turan demişler. İnce un gibi bir şey o, su maya, biraz tuz ve az buçuk sıcak gördü mü kabarır devler gibi, hiçbir yerde hiçbir kara güce boyun eğmeden ve ben yolumu kaybederim diye asla korkmadan gelmiştir bizim oralara. TURAN medeniyeti en büyük gücünü adaletten alır.
Bizim adalet, bizimkine benzer ve sırtında yama yama üstünde yama yoktur. Toplumdan doğduğu gibi hilesiz var olandır. Bin yıldan uzun süredir beraber yaşadığımız Bulgarlar, biz de “Türk Yolu” boyunca geldik deseler ve sürekli Orta Asya, Pakistan, Afganistan ve eski Fars topraklarına kazıcı gönderip bir yerde sönmüş ışığı ya da isli taş görseler, “ata izlerimiz” deseler de, ırmak boylarında ve dağ bellerinde kendilerine ait “adalet” izlerine rastlamamışlardır.
Adalet, toplumun içinde yaşayan, töre gibi doğru yasa uyulmasını sağlayan, iyilik, faydalı olmak, akıl, bilgi, mutluluk, devlet yönetimi, insan, erdemli davranış ve inanç gibi konuları ışığı ile besleyen ve yaşatandır.
Biz 21. Yüzyılda ola ona “Anayasa ilkelerine uymak” veya “hukukun üstünlüğü” veya “insan, azınlık, kadın, çocuk vs hakları” gibi kavramlarla hayat gücü vermeye çalışıyoruz. Oysa ADALET evrensel bir kavramdır ve gücünü insanın ruhu ve vicdanından alır. Olayın günümüze gelirken birçok değişikliklere zorlanması, kütük üstünde baltalanıp “bana hizmet edeceksin!” zulmü yaşaması ya da çarmıha gerildiğinde “başkalarına adalet olamaz” isteğine uymaması ve her zaman her yerde GÜNEŞ gibi olmaya çalışması ilginçtir. Hiçbir Hukuk Eserinde “Adaletin gerçek adı Güneştir ve TURAN medeniyetinde doğmuştur“ tümcesine rastlamamış olmam hem üzücü hem de, söz edilenin en değerli olan olması açısından, gurur vericidir.
Türk Yolu’nca Balkanlara gelen ve bugünkü Bulgaristan topraklarına Rodoplara, Deliormana, Balkanlara yerleşen ve yıllar içinde yerleşmiş, egemen, dikey kimlik ve kültüre sahip kendi medeniyetleriyle yaşayan bir topluluk olan Bulgaristan Türk nüfusu, 19. Yüzyılın sonunda ve 20. Yüzyılın başında ve sonunda ADALET anlayışlarını yok etmek isteyen, üç facia yaşamıştır.
Birisi “93 Harbi” adıyla bilinen Rusya ve Osmanlı imparatorluklar arası savaş; ikincisi 1912’de Bulgar Çarı I. Ferdinand’ın Osmanlı devletine saldırısı ve üçüncüsü de 1984-1989 dönemini kapsayan sözüm ona “soya dönüş” yalanı arasında gerçekleştirilen “soykırım denemesidir.” Milyondan fazla Türkün ölümüne ve bir o kadar atamızın Anadolu yollarına dökülmesine rağmen, her sülalenin en az 33 kuşak mezar taşı olan bu topraklarda TURAN adaletiyle yaşama kavgası bir dava olmuş ve asla sönmemiştir.
Çok uzun yoldan gelen insanlardan hepsinin doğasında, özünde ve kimliğinde olan ikilik TURAN insanında da vardır. Bizim kimliğimiz de düşman unsurlardan oluşur. Sabırlı olmasaydık nasıl dayanırdık? Dürüst, Mert olmasak nasıl üstün gelirdik? Şefkatli olmasak nasıl güldürür ve severdik? Bir anda gülen ve aynı anda kavgaya atlayan biz değil miyiz? Bu bizim 2 yüzlü olduğumuz anlamına gelmez. Biz bir kimliğin içinde hem acele eden hem de sükûnet arayan bir bütünüz. Bir yanımız ağlaması, öteki yanımızın ağlamasına engel değildir. Kan kustuk kızılcık suyu içitik dedik. Sevinç içinde ağlayıp gülmemiz, ağlamaya hazır olmamızı engellemez. Bu özellikler TURAN kökünden gelen Bulgaristan Türklerinin özellikle son 142 yıl içinde başlarına gelenleri başarıyla silkebilmesine dayanak olmuştur. 1 asırda 12 büyük göçe, 7-8 savaşa ve uydurma nedenlerle zulmün bin birine dayanmak her halkın harcına değildir.
Biz gök çökmedikçe ve yer delinmedikçe yaşadığımız topraklarda kalmaya yemin etmiş bir halk topluluğuyuz. Türklüğümüze kimse boyun eğdiremedi ve eğdiremez. TURAN-Türk kimliğimize hükmedecek kanun henüz yazılmamış, nizam kurulmamıştır.
TURAN tarihin gördüğü en adaletli, en büyük ve en güçlü devlet biçimi olarak her tarafa ulaştığı gibi insan ayrımı yapmayan adalet gücünü de asla yitirmemiştir.
19. ve 20. yüzyılda çok ağır adaletsizlikler yaşadıktan sonra şuna kesin inandılar:
– Doğru yasa oluşturma ve bunları adaletle gerçekleştirme, Türk devlet geleneğinin en önemli unsuru olmuştur. Son örneğini Büyük Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyoruz.
– Güneş hiçbir zaman küçülmemekte ve parlaklığını her zaman korumaktadır. Türkün yüceliği TURAN Dağına ve Güneşe benzer.
– TURAN-Türk adaleti her zaman her yere anında ulaşabilir.
Bu beyitlerden de anlaşıldığı gibi insanın kendisini bilmesi bir erdemdir.
Kendini bilmeyenler ancak kötülük yapabilirler.
TURAN medeniyetini yaşatmak için atalarımızın verdiği mücadeleden küçük bir bölüm anlatıyorum:
Bulgaristan’da TURAN-Türk hareketinin kısa tarihi
Bulgaristan Türkler Rusçuk Büyük Valisi Mithat Paşa yönetiminde Başkanların ve Orta Avrupa’nın güzel bahçesini Tuna nehri boyuna yaymışlardı. Modernleşmenin anahtarını onlar bulmuştu. Bu gelişerek yücelmeyi izleyen Rus Çarları parmak ısırıyor ve kıskançlıktan patlıyordu.
O, kahrolası büyük savaşın temel nedeni de buydu.
Bulgaristan halkının ve soyunun çöküş tarihi 1877-1878 Plevne faciasıdır.
Onları bitiren Rus esareti değil, hafızalarına sokulan “Türk düşmanlığı” oldu. İçlerindeki aydınlık söndü ve ebedi aydınlık içinde kaldılar. Onların geçmişlerinde TURAN medeniyeti olmadığından kaybettikleri ateşin kıvılcımlarını bir daha bulamadılar, çakamadılar.
*** Devam Edecek