Rafet ULUTÜRK
Tarih, kimi zaman liderlerin halkı için neler yaptığından çok, neleri yapmadığıyla da hatırlanır. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları için muhbir Ahmet Doğan, bu ikilemin simgesi haline gelmiştir. 35 yıl boyunca haklarının savunulduğuna inanan bir topluluk, bugün hakikatle yüzleşmek zorunda. Ancak gerçek, oldukça acımasız bir tablo sunuyor: Bulgaristan Türkleri, hem baskıcı rejimlerin hem de kendi içlerinden çıkardıkları liderlerin gölgesinde ezildi.
Bir Mücadelenin Suistimali
Bulgaristan Türkleri, 1980’lerin otasında ve 1990’ların başına kadar büyük bir asimilasyon politikasıyla karşı karşıya kaldılar. İsimleri değiştirildi, kültürleri bastırıldı ve özgürlükleri ellerinden alındı. O dönemde, bir liderin bu acıları dindirmek için ortaya çıkması, toplum için bir umut ışığıydı.
Bulgar Komunist partisinin muhbiri Ahmet Doğan, bu 90’larda sahneye çıktı.
Ancak yıllar geçtikçe, onun bir kurtarıcı değil, tam tersine komünist rejimin bir parçası olarak hareket ettiği iddiaları artık gün yüzüne çıktı.Komünist partisinin istihbaratı Devlet Güvenliği (DS) ile olan bağlantıları ve muhbirlik-ajanlık geçmişi, Doğan’ın halkı için verdiği mücadelenin samimiyetini sorgulatıyor. O, rejimin baskısından kurtulmaya çalışan halkı için bir lider olmaktan çok, onların acılarını birer siyasi araç haline getirmiş bir figür olarak anılmaya başladı.
35 Yıllık Kayıp ve Halkı Kandırması
Bugün geriye dönüp baktığımızda, Bulgaristan Türklerinin 35 yıl boyunca sadece rejimin değil, kendi liderlerinin ihanetine de maruz kaldığını görüyoruz. Ahmet Doğan ve onun liderliğindeki Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS), halkı için bir kurtuluş vaat ederken, bu vaatlerin gerisinde büyük bir gölge yatıyordu. DPS’nin bir “proje” olarak yaratıldığı ve asıl amacının, Türk ve Müslüman toplumun gerçek anlamda özgürleşmesini engellemek ve onları kontröl altına almak olduğu iddiaları artık inkâr edilemez bir gerçeklik kazandı.
Bu süreçte, halk sadece haklarını kaybetmekle kalmadı, aynı zamanda liderlerine olan güvenini de yitirdi.
Muhbir Ahmet Doğan, halkının özgürlük mücadelesini yalnızca siyasi ve maddi kazanç için sömürdü; halkını birer araç olarak kullanarak, kendi çıkarları uğruna onların umutlarını ve geleceğini hiçe saydı. Onun gölgesinde geçen bu 35 yıl, Bulgaristan Türklerinin hakları, özgürlükleri ve geleceği adına kara bir dönem oldu. Bu süreç, sadece halkı değil, aynı zamanda toplumun ileri görüşlü kesimlerini de derinden sarstı. Bulgaristanlı aydınlar, bu kritik dönemde halkının yanında durmak bir yana, çoğu zaman sessiz kaldılar ve sistemin baskılarına karşı bir direnç gösteremediler. Akademisyenler de bu tavırsızlık içinde yer aldılar, bu da ülkenin entelektüel birikiminin ne kadar zayıf kaldığını gözler önüne serdi. Ne yazık ki, bu aydınlar da tarihe, halkının mücadelesine duyarsız kalan, vicdanlarını kaybetmiş bir grup olarak geçecektir.
Yazık, Hem de Ne Yazık…
Bugün, Bulgaristan Türkleri için en acı gerçek, haklarının yalnızca rejim tarafından değil, aynı zamanda kendi içlerinden çıkan liderler tarafından da gasp edildiğini fark etmeleridir. Muhbir Ahmet Doğan ve onun gibi figürler, toplumun umutlarını çalarak, halkı yıllarca yanlış yönlendirdiler.
Kendi çıkarlarını halkın iradesinin önüne koyarak, bu halkın geleceğini kararttılar.
Ancak bu yanlış yönlendirme yalnızca liderlerle sınırlı kalmadı; ne yazık ki, bu duruma aydınlar ve akademisyenler de katkıda bulundular. Bu süreçte yazılan kitaplar, verilen söylemler ve savunulan tezler, sonunda yanlış olduğu ortaya çıktı. Bu aydınlar, halkı yanıltmış ve toplumun gerçekleri görmesini engellemişlerdir.
Bulgaristan akademisyenleri halkı yanlış yönlendirdi
Artık, bu akademisyenleri ve onların yanlış yönlendirdiği görüşleri net bir şekilde ortaya koymak gerekmektedir. Halk, onların sahte bilgilerine inanmamalı, doğruyu aramalıdır. Bu yalnızca bir liderin başarısızlığı değil, bir halkın ve toplumun geleceğinin, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde gasp edilmesidir. Bulgaristan Türklerinin sesi olmaya çalışan bu figürlerin, halkın bilincini zayıflatma, özgürlük mücadelesini sekteye uğratma sorumluluğu ağırdır.
Maalesef, bugün bizler, gerçek aydınlardan yoksunuz.
Gerçek aydınlar, halkının yanında duran, halkının çıkarlarını savunan, toplumun sorunlarına çözüm arayan insanlardır. Ama bu eksiklik, sadece bugünün değil, aynı zamanda geçmişin de bir yansımasıdır. Bu nedenle, halkımızın bu konuda daha dikkatli olması ve gerçek aydınların kim olduğunu anlaması gerekmektedir.
Ama artık uyanma zamanı.
35 yıllık bu Komunistlerin karanlık yüzü, Bulgaristan Türkleri için bir uyarı niteliğinde olmalıdır. Liderlere duyulan körü körüne güvenin yerini, sorgulama ve hakikati arama cesareti almalıdır.
Çünkü hakikat, halkların en güçlü silahıdır.
Yeni Bir Başlangıç İçin
Bugün, Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları, geçmişin acılarını geride bırakıp, daha parlak bir geleceğe adım atmak için cesaret göstermelidir. Haklarımızı savunmak, yalnızca bir lidere inanmakla değil, o liderin geçmişini ve eylemlerini sorgulamakla mümkündür. Çünkü tarih, ancak ondan ders çıkarıldığında geleceğe ışık tutar. Eğer hâlâ bu liderin peşinden gidenler varsa, unutulmamalıdır ki onlar da bu komünist sistemin birer parçası haline gelmişlerdir. Bugünden sonra, onlara katılanlar da halkın düşmanı olurlar. Bu böyle biline ve böyle geçsin tarihe.
Halkın karşısında kimse duramaz
Muhbir Ahmet Doğan’ın gölgesinde geçen yıllar, bir toplumun gücüne, direncine ve tarihine ne kadar saygı gösterilse de, yanlış bir liderin elinde nasıl yok olabileceğini gösteriyor. O yıllar, sadece bir halkın değil, tüm bir milletin geleceğini nasıl karartabileceğini gözler önüne seriyor. Ancak unutulmamalıdır ki, bir halk ayağa kalkmaya karar verdiğinde, hiçbir gölge onun yolunu engelleyemez.
Ne yazık ki bu 35 yıl kaybedildi.
Ama asıl yazık olan, bu kaybı görmezden gelmek ve tarihe ders çıkarma fırsatını kaçırmaktır. Bugün, geçmişin yüklerinden kurtulup yeniden başlama zamanı gelmiştir. Gerçek özgürlük için mücadele etme zamanıdır. Artık, peşinden gidenler halkın düşmanıdır ve bu, tarihe böyle geçecektir.