Tarih: 09 08 2018
Yazan: Oya CANBAZOĞLU DİRİER
Konu: Kuruyup Daldan Düşenler
Müslüman dünyasına aydınlık Kuran’ı Kerim ile gelmiştir. Bulgaristan Türklerinin öz aydınlığı da, Osmanlı Devleti ile Bulgar Çarlığı arasında imzalanan ikili protokoller sonucu Şumnu’da Nüvvab Lise ve Yüksek Enstitüsünde yetiştirilen öğretmen, okul müdürü, müftü ve kadılarla (yargıç) halkı kucaklanmasıyla başlamıştır.
Bu bir şahsi olay değildir. Kurumsal bir aydınlanma sürecinde bir başlangıçtır. Yetişen aydınlar tüm halkların kültürünü bildiği gibi, öncelikle ve zorunlu olarak kendi halkımızın dilini, dinini, halk kültürünü, onun tüm düğümlerini bilmek zorundaydılar.
Aynı dönemde yine Şumnu’da bir Türk Pedagoji Enstitüsü açılması ve bilgiye susamış çocuklarımızın ders odalarına genç öğretmenlerin bir meşale gibi dolması, aydınlanma değerlerimizde derin bir dönüşüme kanat açtığımıza işaret oldu. Bu yenilenerek aydınlanmada davamızın ilk bayraktarlarından biridir Nuri Turgut Adalı.
O günlerden bu yana neredeyse bir asır geçti. Ağaçların ayakta öldüğü gibi bizim aydınlık ağaçlarımız da ayakta öldürülmeye yani kurutulmaya çalışıldı. 82 yılında onun da yaşadığı ve mücadele ettiği şu 100 yılda Güneşimiz hep söndürülmeye çalışıldı.
1922’de Güney Doğu Rodoplar’ın Süütlü (Vırbitsa) ırmağı boyuna serilmiş Ada Köy’de dünyaya gelen ve ömrünün 23 yılını Bulgar zindanlarında geçirdikten sonra yerli Türklerinin aydınlanma meşalesi olup “Mandela” adıyla ünlenen ulusal şair Nuri Adalı’ya adıyorum bu yazımı.
Fikrimi tam olarak açabilmem için aşağıdaki metaforik (değişmeli) benzetmeyi yapmak istiyorum.
Şair Nuri Adalı yolun sonu geldiğini hissedince, ruhuyla kendini bir odaya kapamıştı. 23 yıl yattığı Bulgar zindanlarının çile izleriyle birlikte kokusunun da üzerinden iyice sıyrılıp gitmesinden, ruh temizliğinin ezgin bedeninden özgürce ayrılarak vuslata yönelmesini sağlamak için, yalnız kalmayı seçti…
Son yıllarda kabrine çelenk ve çiçek taşıyanların o zaman olup bitenden haberi yoktu. Siyasetin tepesindekiler köydeşlerini bile bizden olanlar ve olmayanlar olarak ikiye ayırmışlardı. Şimdi taze çiçek demetleri eksik olmayan Ada Köy Mezarlığı kenarındaki o anıt da sonradan dikildi. Toprağa verilenin Bulgaristan Türk Kimliği Davamızın gazisi olduğu anlaşılınca olayın görkemi önem kazandı. Bulgaristan Türk kimliği derken dili tökezleyenlerin, şair Nuri Adalı’ya kuruyan bir daldan düşen, solgun bir yapraktı bakışı, mezar toprağı kurumayınca, iki taşın arasında her gece bir aydınlık simgesi dolaştığı fark edilince birden değişti. Koğuşların kirli duvarlarına bir kömür ucuyla yazdığı aydınlık kıvılcımlarını bir kitaba topladılar. Devlet terörüyle kurutulan dallardan düşen yapraklar toprak olmaya acele ederken, şair Nuri Adalı renklerinin canlı kaldığı hemen anlaşıldı.
Olay bununla da bitmedi.
Şair Adalı önce bir mücadele adamıydı. Faşizm ve komünist totaliter zulmü yıllarında Türk Kimliği ile yaşadı. Türkçe konuştu ve yazdı, beş vakit namazını koğuşta kıldı. Şair yaratıcılığında “unutmayın beni” demedi. Fakat biz Bulgaristan Türk aydınları Nuri Adalı’yı asla unutmadık ve o 21. Asır boyunca meşalemiz olmaya devam edecek.
Şair ve mücadele adamı Nuri Adalı Bulgaristan Türkleri için bir deniz feneridir. Her yerin ve her şeyin karanlıkta kaldığı yıllarda o yanıp sönmeye, “ölümden öncesi hep hayattır” demeye devam etti. Sürgünde, “Belene” Ölüm Kampında, Eski Zara “Stara Zagora” ağır siyasi suçlular” koğuşunda şiirlerini ve dinlemeye doyum olmayan Türkçesiyle devrimci uyanışın bilinçlenme kıvılcımlarını çaktı. Ateş bacayı sarana kadar dava ocağımızı üflemeye devam etti.
Şair Nuri Adalı hakkında bir deniz feneriydi derken onun amansız katlanışlarını ve dimdik kalışını söyle görüyoruz.
İnsana öyle geliyor ki, denizler ve okyanuslar köpüren engindeki kara parçalarına, adalara düşmanıdır. Zalimlerin topraktan ve Kuran’dan öğrenenlere düşman oldukları gibi… Büyük gemileri alabora edip yutan deniz, adaları da devirip doymaz midelerine indirmek ister. Hele de o sonsuz alemin tam ortasında, kaya yığınlarından birinin üzerinde, hırçın, dev dalgalara meydan okurken sönüp yanan bir deniz fenerleri varsa… Bu savaş boşunadır. Deniz fenerleriyle kudurmuş okyanuslar baş edemez..
Şair Nuri Adalı suya batmayan ve toprağın altında olsa bile bir dava adamı kaldı. Onun sürgün, tutuklu ve mahkûmlar önünde sessizle okuduğu ezan, daha ateşinde sıklaşan saflara imamlık etmesi İslam’ın, Müslümanlığın, namus ve ahlakımızın en ağır yasaklı koşullarda bile yaşadığına kesin kanıt olmuştur. Bulgar vahşetinin 20. Yüzyılda gösterdiği en acımasız saldırılara çıplak ellerle iman ve inançla göğüs germe örnekleri vermiştir.
Halk aydını Nuri Adalı’nın çilesi 1946 – 1948 “Rositsa” barajı duvarına çakıl kırmakla başlamadı. Onun “emekle eğitim kampına” toplanması, faşizm yıllarında kapatılan Bulgaristan Türklerinin 2 200 okulunun yeniden açılması ve aydınlık ateşimizin yeniden parlatma davasına Güney Doğu Rodoplar’da öncülük etmesinden dolayı idi. 1944-1962 yılları arasında Bulgaristan’da 83 toplama kampı kuruldu. Halkın bireysel ve kolektif kimliği ile hak arama, adalete yönelme, demokrasi tohumları ekme mücadelesi kelepçelendi. Bulgaristan Türk öğretmenlerinin örgütlenerek Türk kimliği davamızı kucaklama atılımları zorbalıkla durduruldu.
1949’da “Belene” ölüm kampı açıldı. Bulgaristan Komünist Partisi’nin siyasi hasımları birer birer “Persin Adası” nı boyladılar. Bu kampların sayısı hemen 8 oldu. Daha ilk ayda 800 kişi kapandı. Bu kamplarda işkenceden, dayaktan ve ağır koşullarda zorla çalıştırılmaktan hayatını kaybedenlerin tam sayısı bugün de açıklanmadı. Türklere gözdağı vermek için bu işkence kampları Balçık, Tutrakan, Kazanlık ve diğer Türk bölgelerinde de kuruldu. Bu kamplara Bulgarlar ve Türkler farklı nedenlerle atıldılar. İnsan hakları, ortak haklar, halka özgürlük, anadilde ve kendi okullarında eğitim ve din haklarını, kültürel özerklik isteyen Türkler seçilerek içeri atıldılar.
1929’da, Birinci Türk Kurultayını yapanların İkinci Türk Kurultayı toplanmasını isteyen öncülerin kalemleri kırıldı, kollarına kelepçe vuruldu, ellerine kazma kürek sıkıştırıldı ve bedava çalıştırıldılar. Bu kampları Bulgar istihbaratı “DS” yönetti. İçeri düşen binlerce Türk’ün hepsi “rejim düşmanı” olarak yargısız içeri atılmıştı.
Bu toplama kampları ara sıra kapansa da, 1964’te Pomakların isim değiştirme zulmünü kırmasından sonra yeniden açıldı. 1972-1973 Bulgarlaştırma ve Hıristiyanlaştırmaya karşı Batı Rodoplar’daki Pomak Ayaklanmasından sonra ağızına kadar tıka basa dolduruldu. Bu süreçler, sosyalizmin ve komünistlerin taktığı sahte maskelerin indirilmesinde önemli aşamalar oldu. Ne var ki toplama kampları, sürgünler, hapishaneler, yargısız idamlar şair Nuri Adalı gibi Müslümanların Türk Kimliğini koruma iradesini asla kıramadı.
1981’de yeniden açılan “Belene” Ölüm Kampına yargısız düşenlerden biri odur. Şair Nuri Adalı Tuna ölüm adasındaki koşullara rağmen, içerdeki şair, yazar, öğretmen, imam ve hocalarımız tarafından son derece samimi bir sıcaklıkla karşılanmış ve kucaklanmıştır. Kamp zulmünden sonra Vidin’in ısız Bulgar köylerinden birine sürgün edilmiş ve 1989’da Vatan’ından sökülüp atılmıştır.
Ne var ki bu 23 yıllık çile yolunu yürürken şair ve dava adamı Nuri Adalı asla pes etmemiş ve her an yaratmaya devam ederken çiçeklerin mutlaka açacağına ve Bulgaristan Türkeri’nin yasal hak ve özgürlüklerini elde edeceğine, Bulgaristan’da totaliter zulüm sisteminin çökertilip param parça edileceğine ve yerine halkın gerçek demokrasisinin ve adil düzenin kurulacağına inanmıştır. Halk şairi “acı olmayınca tatlı da olmaz” derken öncelikle ve özellikle Bulgaristan’da yaşayan tüm vatandaşların eşitliğini, azınlık fert ve topluluklarının hukuksal eşitliğini, hukukun üstünlüğünü, köklü bir sistem değişikliğini düşünmüştür. O, 100 yılda 2 askeri darbede kırılan, cumhuriyet ve demokratik rejim için yapılan 1918 Vladaya Asker Ayaklanması ve 1923, İşçi-Emekçi İsyanının kana boğuluşundan sonra çok zor olacağına inanmıştı. 1925-1944 döneminde durmadan şiddetlenen ve sol cepheden 4.500, sağ cepheden de 9 binden fazla kurban alan monarşi düzeniyle çarpışma kanlı izlerinin kolay kolay silinemeyeceğine, hesaplaşmanın kolay olmayacağına inanmıştı. Bunalım yükünün Türklerin üzerine yüklenmesinden korkmuştu.
Kendi köyünde 11 yıl siyasi sürgün olan Bulgar feylesof Jelü Jelev’in 1982’de “Faşizm” eserinin çıktığını içerde işitti. Faşist totaliter düzen ile komünist totaliter düzen biçim ve öz olarak, ayrıca uygulanan şiddet yoğunluğu bakımından da aynı olduğu görüşüne katıldı. Bulgar devletinin Türklere ve Müslümanlara, etnik azınlıklara karşı tutumunun asla değişmediğini, ancak şekil değiştirdiğini tüm etkinliklerde savundu.
1956 Macaristan olayları ve 1968 Çekoslovakya “Baharı” şiddeti hep tırmandırdı. Yürekli ve demokratik ruhlu şair, durumunun daha da ağırlaştırılabileceği tehlikesini hissettiği için gelişmelerden uzak kalmaya çalışsa da, içte ve dışta özgürlük davasına her zaman dayanışma bayrağı açtı. Bulgaristan’da sosyalizm yıllarında toplama kamplarından geçen 184 360 rejim düşmanından biri olarak ve ayrıca içerde kaldığı 23 yılın yarısından fazlasını politik mahkûm olarak geçirdiği için Bulgaristan Türkleri hak ve özgürlük davasının önde gelen aydın kahramanlarından biri oldu. Üstelik Bulgarların özgürlük ve demokrasi davasına dayanıklılık ve sabır örneği verdi. Bundan dolayı Cumhurbaşkanı Plevneliev tarafından “Kahraman Yıldızı” ile ödüllendirildi.
Şair Nuri Adalı’nın dili BULGARİSTAN TÜRKLERİ TÜRKÇESİDİR. Aydınlık ve yaratıcılık dili halk ve edebiyat dilimizdir. Kimliğini halk ruhumuzdan beslemiştir. Onun yaratıcılığı Bulgaristan Türk edebiyatında bir orta direk olarak yükselmiştir. Şiirleri, Bulgaristan Türk şiiri ansiklopedilerinin hepsinde yer almıştır. O, edebiyatımızı oluşturan ve biçimlendiren mihverlerden biridir. O her zaman halkımızdan ve davamızdan nefes alarak yazmıştır. Çılgın zamanlarda yaşadı, çok çile çekti ama asla yılmadı.
1990’dan sonra bir süre Bursa BALGÖÇ yayınlarında görev aldı. Çok geçmeden Mestanlı’ya (Momçilgrad) döndü. Bir süre Belediye Kültür Şubesini yönetti. Günümüzde bu şehrin Türklüğümüzün gelişmesi açısından en ileri adım atabilmesinde rol oynadı. Türk kimliği tohumları ekti.
Bu nedenle, bugün hala çocuklarımızın arzu edilen derecede Türkçe eğitim alabileceği okullarımız olmadığından, Tüm derneklerde TÜRÇE ŞİİR OKUMA yarışları düzenleyerek ve bunlarda Türk şiiri sevgisini maddi ve manevi ödüllerle özendirerek, her gencin ulusal şair Nuri Ardalı’dan en az 100 şiiri ezberine almasını sağlamalıyız. Şair Ardalı’nın şiirleri bizim Türk kimliğimizin renkleridir. Türklüğümüzün deniz feneri, aydınlığımızdır. Bu fener sönmemelidir. Bulgaristan Türk aydınlığı ebedidir. Sönmeyen deniz fenerimiz Nuri Adalı’dır.
Şair Nuri Adalı şiirlerinden seçmeler.
KÖYÜM
Güllerin ve gülen yüzün bir yana
Kırlarda eşek dikenlerini özledim
Evladımın gülüşü, şen türküsü bir yana
ağlamasını da özledim
Bir kıyısından geçen çayı değişmem
Cennet ırmağı ile …
Gönlümün sesi mümkün olsa da gelse dile
Seni soruyorum güneyden esen her rüzgara ;
hasret kaldım tırmandığım yamaçlara..
Gümüş sularında yıkandığım dereler
hep öyle çağlayarak akar mı ?
Suların aynasında sevgilim ağlayarak
ay’a, yıldızlara bakar mı ?
O mehtaplı geceler gönlümün cennetiydi.
Baharın getirdiği çiçekler
o cennetin ziynetiydi..
Tatlı tatlı meleyen kuzular, gül yanaklı kızlar neşe saçar mı köyüm ?
Senin kucağındaydı gerdeğim, düğünüm! …
Doyamadım ne sevgilime, ne sana,
ömrüm geçti zindanlarda
Köyüme, sevgilime yana yana…
Ziyanı yok, ko ben menfalarda çürüyeyim
Yeter ki bir gün seni AZAD göreyim…
ZİNDANDA
Pek nahoş çehreler çevremi sardı,
Söndü bak ışığım, ufkum karardı!
Kelebek gönlüm hiç yaşar mı gülsüz?
Zindanda geçer mi ömür bülbülsüz?
Münferit bir mezar biçimi oda,
Tad kalmadı aşda, ekmekte, suda.
Zehirli bir oktur o kem bakışlar
Nasıl geçer burda yazlar ve kışlar?
Bahar çiçekleri uçtu gözümden,
Anlayan yok gibi sanki sözümden!
Gömüldüm pek kara düşüncelere,
Alışmak gerektir işkencelere!…
Hele bir gün yurtta olacak sabah,
Benim de gönlümde dinecek bu ah!…
DELİ
Dokunma diyorlar, suya sabuna.
Bakma etrafına, gir sen kabına.
Başkaları için ağlayan gözler,
Her yerde tüm hakkı savunan sözler,
Yıldırım kesilir üstüne döner.
Bu zulmette bakma olmaya fener!
Fırtınalar kopar hep söndürürler,
Hakkı haykıranı her an döğerler.
Az mı dayak yedik bu yüzden gafil?
Bir ömür boyu hep sen kaldın cahil!
Aç gözünü artık yeter bu uyku,
Ara şu felekte sakin bir kuytu!
Gizlice orada ör çorabını.
Yeter artık kapat şu HAK babını!
O yoldan gidenler hep harap oldu.
Yaz bile gelmeden gülleri soldu.
Nasibini al sen cennet dünyadan,
Yeter bahsetme şu bomboş hülyadan.
Hayaller, emeller hem çoktan öldü,
Senden evvel kabre onlar gömüldü!
Aldandın, aldattın sen etrafını,
Kederle doldurdun her tarafını.
Yakınlara miras kaldı kederler,
Hakkı savunana “bir deli” derler
Ko deli kalayım değilim pişman,
Bence delilerde kalmıştır iman.
Ne kadar istesem olamam VELİ,
Vahşi kalmaktan olayım deli…