Bulgaristan Türklerinin Vatanlarından Kovulmasının 30. Yılını Anma

İzmit Konferansına gönderilen mesajı okuyucularımıza sunuyoruz:

Bulgaristan Türklerinin Vatanlarından Kovulmasının 30. Yılını Anma
ve Görüş Alış Verişi Ve Lanetleme Toplantısına

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği – BULTÜRK sunumu.

Değerli katılımcılar, Bulgar mezalimini, zulmünü yaşamış değerli büyüklerim, kardeşlerim, Acıları dinmeyen 1989 zorunlu göçünü bizzat yaşamış soydaşlarım, Kıymetli değerli ve dış ülkelerden gelen bilim adamları, BULTÜRK Genel Başkanı sıfatıyla hepinizi kutluyorum.

Bundan 8 yıl önce derneğimiz İstanbul Bayrampaşa “Mehmet Akif ERSOY” Kültür Evinde Bulgar akademisyen ve demokratik kamuoyu temsilcileriyle “Bulgaristan devleti ve halkı için yüzkarası” Bulgaristan’dan Türkleri kovma olayını tartışıp lanetledik. Biz düzenlediğimiz foruma Konferans demiştik. Daha sonra da değişik panel ve bilgi şöleni çalışmalarımız sürdü, konu Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi (BGSAM) yayınlarımızdan asla düşmedi, Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesi eserimde ayrıntılı olarak incelendi. 58 eserden oluşan BGSAM Külliyatımızda, artık internette de bulunup okunabilir.

Aynı konuda birkaç ay önce Çorlu’da düzenlenen Sempozyum dikkat çekti. Bizim açımızdan “Büyük Seyahat” veya “Büyük Göç” gibi kavramlar kabulü mümkün değildir. Bulgaristan’da çıkan incelemelerde bu “aldatıcı” kavramların bilinci olarak kullanılmaya devam ettiğine inanıyoruz.

Yine tarafımızca kabul edilemez olan, 20-inci yüzyıl Bulgaristan Müslümanları mezalimi, yaşanan zulüm, 1989 Mayıs ayaklanmamıza “olay” tarifi, Todor Jivkov diktatörlüğünün ve komünist rejimin devrilmesinde “belirleyici etkisi olmamıştır” değerlendirmeler “önemsizleştirici, ehemmiyetsizleştirici” hedef taşıyıcısıdır.
Kimliğimizi yok etme, ayaklanmamız ve vatanımızdan kovulmamızın “gerçek özünü değiştiren”, “anlam sulandıran”, yaşanan trajediyi çarpıtma denemeleri Bulgar devlet terörünü haklı gösterme denemesidir. Türklere Türk demeye dilleri dönmeyenleri Çorlu’da dinleme sabrı göstermek zorunda kaldık.

Bütün soykırımların özündeki politik nitelik devlet terörüdür.
Bize uygulanan devlet baskı ve terörü
1879-1886 yılları arası Prens Aleksandır Batenberg’in,
1887 – 1908 yılları arasında Prens Ferdinand’ın;
1908-1918 yılları arası Kral Ferdinand’ın;
1918-1943 yılları arası oğlu Kral Üçüncü Boris’in ve ardından
45 yıl komünist partisi ve şahsen Todor Jivkov ve yönettiği BKP MK Politik Bürosu emirleriyle gerçekleştirilmiştir.
Bu, bugün de devam eden bir devlet politikasıdır.

Uygulanan devlet terörünün adı “parlamenter demokrasi”, “faşist monarşi”, “sosyalist demokrasi”, “totaliter diktatörlük” ve günümüzde adının tanımı biçimlenmemiş bir biçimde, değişik biçimlerde devlet terörü siyasetinin kesintisiz devamıdır.

Bu 1877-78 savaşıyla başlamıştır.
Yıldırma, sindirme, tehdit, korkutma, başka yerde ikamet etmeye zorlama, sürgün etme, göçe zorlama kapısını açıp isim, dil, din, hayat tarzı yasaklama, KİMLİK değiştirmeye zorlama, Türk kimliğini yok etme ….

Bulgar devletinin (Ermeniler dışında) bütün azınlıklara periyodik aralarla şiddetlendirerek uyguladığı eritip kendi içine akıtma veya yurttan kovma biçimlerinde belirmiş ve uygulanmıştır. Yoksul yaşatma, gelişme yollarını tıkama, tırmanan korku ve çaresizlik içinde, aileleri ve soyları sürekli parçalayarak, en ilkel insan haklarını tanımayarak, gırtlağını sıkıp yok etme planlı uygulamanın yöntemleridir.

Türkler için “İslamlaştırılmış Bulgarlar” ve her başka azınlık için de başka bir masal uydurulmuş, azınlık kimliklerinin hiç birini tanımama Bulgar devlet terörünün doruğu olmuştur.

5-6 kuşaktan beri devam eden ve hepimizi tek dilli, tek kültürlü toplum ve terör mengenesinde sıkan Bulgar devleti, aslında kıdım kıdım, bölüm bölüm ve sonunda sel gibi Soy kırım uygulamıştır.
Aydınlarımızı okumuşları – öğretmen ve hocaları, doktor ve mühendisleri – seçip göçe zorlayarak “aydın kırımı”, Türkçe okullarımızı kapatarak “anadil kırımı”, kütüphane ve kültür ocaklarımızı kapatarak “kültür kırımı”, Türk geleneklerimizi yasaklayarak “Anane, töre ve yaşam tarzı kırımı”, değişik vesile ve tutarsız gerekçelerle uygulanan kitle göçleriyle, 1989’da 360 binimizi birden anayurdumuzdan, ata toprağımızdan devlet terörü-soykırım uygulayarak Türkiye’ye kovmak “Göç-Kırımı”, soydaşlarıma – örneğin şu önümüzdeki 27 Ekim yerel seçimlerinde oy kullanmamızı kanunla yasaklayarak “en doğal insan hakları – kırımı”, “azınlık haklarımızı – kırımı”, “seçme ve seçilme hakkımızı kırımı” ve daha yüzlerce birbirinden farklı kırım şekilleri yaşadık ve şimdi devlet terörü bizi “kolektif kimsizleştirme” aşamasında ezmeye çalışıyor. Bu devlet tarafından planlı ama parça parça uygulanan bir “kırım” siyasetidir ve adı da “devlet terörü yani soykırımdır.”

Son 30 yılda bizim Türk irademiz kırılıp parçalanıp çöpe atılmak ve yok sayılmak isteniyor. Bu amaçla “hainliğe önem kazandırma işine” daha da büyük önem veriliyor, Moskova’dan ve Sofya’dan para akıtılıyor. İşler, “Türklerle ilgili sorunlara” gizli ajan Ahmet Doğan’dan başka hiç birimizin virgül koymaya hakkı olmadığı aşamaya geldi. Bu tespitimi bir örnekle açmak istiyorum.

Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH-DPS) 27 Eylülde kampanyası açılan yerel seçimde, totaliter düzen uzantısı, Moskova piyonu, bizimle ilgili olan, aynı yıl seçimden önce 6 ay Bulgaristan’da yaşamadan yerel seçimlerde oy kullanmamızı yasaklayan, kanun tasarısını hazırlayan ve mecliste onaylatan, halen Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanı adayı Maya Manolova’ya oy vermeye hazırlanıyor.

Kiminle beraber oy vereceğiz biliyor musunuz?
26 Mart 2017’de erken genel seçimde oy kullanmaya giden teyzemizi “sınırda otobüsten zorla indirip tartaklayan, Bulgaristan’ı sözde kurtarmak için bize karşı örgütlenen Valeri Simyonov partisi gibi ırkçı-faşistlerle birlikte. Bu da Türk irademizi kırma ve biz ne dersek o olacak – siz bir kölelerle birlikte M. Manolovayı destekleyeceğiz. Bunları anlatmaya utanıyorum…

1984-85’in 3 ayında tepeden tırnağa silahlı asker, polis, sivil polis, kudurmuş gönüllü hainler devlet terörü uygulayarak 1 milyon 336 binimizin isimlerini değiştirdiler. Bu rakamı hep 800 bin olarak gösterdiler. 360 binimiz Türkiye’ye sığındık. Ardından gelenlerle Türkiye’de 1 milyona ulaştık. Yarım milyon insanımız Ab ülkelerine dağıldı, bir milyonumuz memlekette kaldı. Bağlarımız kesilmedi. Sofya TV-leri hep Bulgar gösterdikleri için, kalabalık oldukları izlenimi doğuyor, oysa gerçek durum çok farklı, nüfus kimliğini belirleyen artık azınlıklarımızdır.

Hayatın değerlerini ufaltarak Soykırımı yapan Bulgarlar kendileri kırıldı.
Bizim Türklük mayamız (1984-1989 arası) 5 yılda kabardı, kolektif bilince ulaştık, 1989 Mayısında Ayaklandık. Devlet yıkma damarımız tuttu. Bunun anlamı soykırıma DUR demekti. Bulgar ırkı kendisi öz tarihinde gömediği, yaşamadığı bir yenilgi yaşadılar. Ellerinde tütün iğnesi, domates kazığı, çapa kürek, orak tırpanlı kadınlarımıza yenik düştüler. Hoş görümüzü hor gören Bulgar iradesi kesin kırıldı ve bir daha toparlanamadı. 2 milyona yakın Bulgar ülkeyi utançlar, düştüğü şerefsizlikten utanarak terk etti. Davamıza 35 yıldan beri ihanet eden, bilinçli ifadelerimizde kendilerine “hain” dediklerimizin eliyle bize karşı halen “ılımlı-soykırım” uygulamaya devam ediyorlar.

Onurlu Türk kimliği ile yaşama şerefini kaybetmişler ve kişisel çıkarlarına kurban olmuşlar. Bugün onlar “insanların vatan seçme” hakkından söz ederek 360 bin kişinin göçe zorlanmasını da sözde “insanın seçme hakkı” olarak göstermeye çalışıyorlar. HÖH toplantılarında kafalara akıtmak istenen yeni zehir budur.

1984-89 katliamında verdiğimiz şehitler 37 değil, 200’den fazladır. Yalnız kayıplara karışanlarımız 100’den fazladır. Özürlü kalan 150’den fazla kardeşimiz var. 1 milyon 336 binimiz birden psikolojik-kırım yaşadık, birçoklarımız bugün de gününü gün edemiyor. Aynı soykırımı Pomak kardeşlerimiz de 1913; 1934-1944; 1964 ve 1972-73 dalgalarında yaşadı ve bugün hala Rodoplar’da hiç bir düğünde bayramda şen şakrak eğlenen yok. Yaralarına “çalga” müziğiyle pansuman yapmak isteyenlere uygulanan soykırımsa,

ev yıkma”, mahalleden kovma”, “gece baskınları”, okulsuzluk, işsizlik, yoksulluk ve Batıya kovma şeklinde şiddetlenerek devam ediyor. Dil soykırımı ve Kimlik soykırım ateşi Makedon vatandaşların köy ve kasabalarında yeniden parladı.

Demek istediğim, Bulgaristan ufak ufak acı, dikenli, zehirli soykırım fabrikasının bacası tütüyor. Bizim büyük göç seliyle anavatana gelip yerleşmemizin sebebi devlet zulmüyle kovulmamızdır.

Artık dalganın, rüzgârın dönme zamanı geldi. Çöken bir Bulgaristan kaldı arkamızda. Bir türlü toparlanamadı. Bulgar mayası artık kurumuş, suyu çekilmiş ve dirilme şansı yok. Ne totalitarizmin pisliğini, yüzkarasını temizleyebildiler, ne de vatandaşların yüzü güldü.

Vatan toprağımızda bütün azınlıkların bize TÜRKLERE baktığına artık herkes inandı. Biz kader ortağıyız. Biz çekildik, onlar da memleketi bırakıp gurbetçiliği seçtiler. 1000 köy boşaldı. Sokaklar, semtler boş…

Dün TV açtım. Öyle yalan söylüyorlar ki. Yerel seçimlerde 6 milyon 200 bin seçmen oy kullanacakmış. Bu rakama 18 yaşına kadar olan nüfusu da kattığımızda sözde yine 9 milyon oluyoruz. Resmi devlet statiği 5 milyon kaldık diyor, 3 milyonumuz dış ülkeye çıktık, oy kullanma hakkımız yok. Uydur uydur söyle. Sanki dilim dönmüyor da “Yasa-kırımı”, “Gerçek – Kırım” ve ardından “Oy – kırım” da demek geliyor içimden.

Son 3 ayda Bulgaristan’da 5 000 çocuk aldırılmış. Bulgar toplumu “Halk-Kırımı” yaşıyor. Devlet bu seli durduramıyor. Gerçek budur.

Eden kendine eder, Bulgarca olmayan bir atasözümüzdür.
Yaşanan son hesapta “Bulgar-Kırım” olacaktır. O gün yakındır. O topraklarda Türklerden başka hiç bir soy devamlı ve dayanıklı devlet kuramamış, halka huzur ve mutlu yaşam sunamamıştır.
30 yıl önce yaşadığımız trajediyi BULTÜRK adına lanetliyorum.
Teşekkür ederim.

Rafet ULUTÜRK
B U L T Ü R K
Genel Başkanı

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

four × one =