Konu: Oyun Kurucu Biziz.
Biz, 33 arkadaş bir çok toplantı sonrası, 2003 yılının başında, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (Kısa ismi-BULTÜRK) tescili için başvuruda bulunduğumuzda, BULGARİSTANLI GÖÇMENLERLE İLE İLGİLİ O GÜNDEN İTİBAREN HERŞEYİ DEĞİŞTİRMEMİZ GEREKTİĞİNE KESİN İNANIYORDUK. Değişecek olan, göçmenlerimizin kendileri değil, onların dünya görüşü, Türkiye’yi ve Bulgaristan’ı, özellikle de göç olayını kökten farklı algılaması, anavatan evladı olunması ve Türkiye halkıyla kaynaşması gibi binlerce temel sorundu.
Bunun için faşist ve komünist Bulgar okullarında kafamıza sokulan sözde gerçekleri birer birer yeniden gözden geçirmemiz, kavram anlamlarına yeni içerik kazandırmamız, farklı düşünmeyi öğretmemiz ve bizim olanla onların olanları farklı görebilmemiz vb birçok değişiklik getirmemiz getiriyordu.
İnsanımızın Türkiye’ye eskimeyen ve sökülmeyen bir yama olmasını istemiyorduk.
Hepimizin, gerçek Türkiye’ye, Türk Müslüman kültürüne ve yaşam biçimine katılmamızı hedefliyorduk. Anavatan vatandaşlığında buluşan kaliteli ve yeni tip bir birlik ve beraberlikti bekamız. Dedelerimizin mezarları ve yakınlarımızın kaldığı Bulgaristan’ı da asla unutulmamasını istiyorduk, özlüyorduk, bunları her gün düşünüp tartışırken.
Olay, yeni ruhlu bir oyun kuruculuktu.
Bizler dernek olarak oyun kuruculuğu başlatmalıydık.
Ötekilerden daha fazla ve daha uzun yollu ışık veren modern farlara ihtiyacımız vardı. Aydınlığın gerçek bilgiler insanları toplayacağına birleştireceğine inanıyorduk.
İlk adımlarımıza:
İtiraz edenler vardı. “Akan su yolunu bulur!” diyenler, Balkan Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği çatısı altına sığınmışlar kahvelerde karta, belot, okey, pişti, tavla oynuyor, hep aynı konuları indirip bindiriyor, nostalji sohbetleriyle besleniyorlardı.
Bu durum hiç kimseyi rahatsız etmiyordu.
1985 Taksim ve Saraçhane Mitinglerinin ateşi, “Büyük Göç” acısı ve 1990’da Bulgaristan’da Hak ve Özgürlük Hareketi’nin kurulması eski derneği hiç bir iş yapmadan 10-15 yıl daha yaşatmış oldu.
Bulgaristan’da kalan Müslüman Türklerle göçmen soydaşlarımız arasındaki bağların geliştirilerek pekişmesi; çocuklarımızın gelip Türkiye Üniversitelerinde okumasını istesek de, kültürel kaynaşma bir türlü olmuyordu.
1950’lerin sonlarında Bulgar komünistlerince yasaklanan Türk dil ve din eğitiminin Azerbaycan’dan gelen Öğretmenlerimiz ile biraz yeşerebilmesi, geleneklerimizin ve özgün kültürümüzün yaşam biçimimizde yeniden mayalandı derken, 1970 sonrası bütün kapılar iyice kapandı.
Özellikle de son göçle 10 bin aydınımızın Türkiye’ye göçe zorlanmasıyla ruhsal birleşme ve bir hedef etrafında toplanma gibi temel sorunlar acil çözüm beklese de çözüm bulunamıyordu. Önce dernek başkanı Mehmet Çavuş, ardından İsmet Sever ve daha sonra da Seyhan Türkkan akıntıya kapılmış giderken şu yolun nereye gittiğinden asla ilgilenmediler. Hatta Bulgarların yaptıkları bombalamalar için Seyhan TÜRKKAN özür bile diledi, tabi ne yaptığının farkında mı bilemiyoruz.
“Oyun kuruculuk dernek işi değildir” uydurmaların kendilerini kandırmaları gölgesinden çıkmak istemiyorlardı. Göçmen sorunlarını kucaklayamayan dernek zamanını doldurmuştu ve sonunda dağıldı.
İlk adımlar birlikte atıldı.
Yeni bir dernek kurulması, yeni bir stratejiye dayanan bir OYUN KURMA bekleyenleri yüreklendi.
Göçmen toplum önüne Prof.Dr.Hayati DURMAZ, Prof.Dr.Ahmet ÇOLAK, Doç.Dr.Hasine ŞEN, Nihat İNCEKARA, iş adamı Bülent MAŞAOĞLU, Niyazi GÜLER, Beycan GÖNLÜŞEN, Zihni KARPAT, Sefer YAMAÇ ve belediyecilerde Recep KIRPAT, Metin KARAN gibi girişimci, yürekli, atılgan kadrolar çıkınca Dr.Nedim BİRİNCİ, Mühendis Şakir ARSLANTAŞ, İsmail CİNGÖZ, İbrahim ÇAKIR, Doc.Dr.Müjgan DENİZ, Nihat ESEN, Nazım ÇAVUŞ, Musa VATANSEVER, Dr.Mustafa KAHRAMAN, Neriman ERALP, Raziye ÇAKIR, Murat YILDIZ ve Rafet ULUTÜRK geçtiler. Konuşmalarında yazılarında inandırıcıydılar.
BULTÜRK, göçmenlerin arasında, toplumun sorunlarıyla yaşayan bir dernek olarak toplum tarafından hemen hissedildi. Tutuldu. Kitleyi kucakladı. Yığınlar da onu asla bırakmadı. Derneğin sesi hem kitlede, hem tepede, hem Türkiye’de hem Bulgaristan’da hem de Türk Dünyası’nda duyulmaya başladı. Namı aldı yürüdü. Yeni bir zihniyet kükremesi yaşandı.
13 yılın idesel birikimi, yeni algı, faşist ve komünist algıyı çöpe atan yeni paradigma, tarihe, bugüne ve yarınlara farklı bakış 12 ciltlik bir külliyat olarak 2016 Baharında dünya yüzü gördü. Düşünülen, özlenen, halk sevgisi, yaşanan zulüm, ayaklanma, göç çilesi, yerleşme zorlukları, ayrılık acısı, Bulgaristan Türklerinin öz edebiyat ve tarihi ve çok büyük bir umutla halk için yapılmak istenenler güncel olaylar kaleme alınmıştı. Her yazı karanlıktan aydınlığa çıkış kapısı açıyordu. Bir dizi farklı yayınlar da okuyucuya indi. Etkilenen ve yeni başlayan yayınlar yeni ruhla doğdu.
Oyun Kurucunun merkezi: BGSAM.
Oyun kuruculuğun doğuşu ve büyümesi aylar yıllar aldı. Tezgah kuruldu. Ustalar bulundu.
Sivil Toplum Örgütlerinde (STK) birlikte yaşamayı özleyenlere götüren yol, BULTÜRK, bir araştırma, yaratıcılık, basın – yayın kuruluşu olarak Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM’ı kurdu. Göçmenlerimizden Sevilcan Yüce, Filiz Soytürk, Hüseyin Yıldırım, Pervin Maşaoğlu, Raziye Çakır, Osman Büyükkaya, İbrahim Soytürk; Razgrad’a bağlı Kubrat’tan- Levent Rasim, Avusturya’dan katılan Kazanlıklı tarım mühendisi Osman Bülbül ve Almanya’dan dava arkadaşımız Kırcaalili Ünal Gazi’nin aktif etkinlikleriyle www.bulturk.net -“Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi, BGSAM kitaplarımızı buradan okuyabilirsiniz: https://sites.google.com/view/bgsam-kitaplar/ana-sayfa?authuser=0 ” BGSAM-www.bghaber.org ” , BULTÜRK Gazete: https://sites.google.com/bulturk.org.tr/e-bulturk/anasayfa?authuser=0 ; https://bgsam.org/ vb elektronik yayınlarla, onlarca toplantı, forum, kurultay, uluslararası sempozyum vb. aracılıyla OYUN KURUCULUĞU yolunda adım adım ilerlemeye devam edilmektedir.
Kaynaşmamız kolay olmadı.
Önce uzun uzun 1989’da 130 binimizin neden geri döndüğünü araştırdık. Zulümden kaçanların terör yuvasına dönmesi derin anlamlıydı. İnsanımızın yeniyi hissedebilmesi körelmiş, öz kültürüyle kaynaşmadan korkanlar, geride bıraktıklarını geri almak için dönmüşlerdi.
Stratejik hedeflerinin başında Türkiye’de toplam sayıları artık 710 bini bulan göçmen soydaşlarımızı Türk halkıyla aynı bölünmez vatanımızda, dalgalanan ay yıldızlı bayrağımız altında, 21. yy Türk kimliğiyle birleştirip kaynaştırmaktı.
“Büyük Türkiye” atılımına katılmak ve güven içinde huzurlu yaşamak da vardı bu özlemde. Biz göçmenler birçoğunun ataları Yemen’de, Edirne savunmasında, Sakarya ve Çanakkale Savaşlarında şehit düşmüştü.
Bazı Büyüklerimizin mezar taşları Osmanlı’nın Rumeli şehitliklerindeydi. Bu vicdanı ve kutsal bilinci canlandırıp yükseltebildik, onurla yaşatabilmek gerçekleştirmeden ileri adım atmak zordu.
Anavatan birdi, öz toprağımız olurken bizden istedikleri de vardı.
İşte bugün (10 Haziran 2016) Kırcaali Çiftlik köylüleri Edirne şehitler kabristanlığında Türkiye Cumhuriyeti topraklarının bölünmez bütünlüğünü silah elde savunurken Mardin/Midyat’ta şehit düşen, çiçeği burnunda kızımız, genç ana, yavrumuz Nefize Özsoy‘u Edirne’de son yolculuğuna uğurlamak için toplanıp geldiler. Onlar için Bulgaristan ata-vatan, Türkiye’miz de anavatandır. Vatan bölünmez bilinci bu parçalanmaz bütünlüğün simgesidir.
Dün ise İstanbul’da Şumnu doğumlu Bulgaristan göçmeni İstanbul /Vezneciler terör saldırısı şehidimiz Kadir Cıhan Karagözlü kardeşimizi de son yolculuğuna uğurladık.
Terörle mücadelede Bulgaristanlı Türklerin ön saflarda yer alması ve kahramanlık ve özveri örnekleri vermesi, BULTÜRK derneğinin tek bayrak altında gururla birlikte yaşama stratejisinin çok yüksek düzeyde gerçekleştiğine kanıttır.
Oluşan yeni bilinç ve onur, Türk olma ve Türkiye Cumhuriyeti için ateşe girip can feda etmeye her zaman ve her yerde hazır olma şuuru “BİZ AYNI KÖKTEN BİR MİLLETİZ ve BAŞKA BİR TÜRKİYE YOK!” bilincinin başarıyla aşılanabildiğine örnektir. Her gencimiz aynı davanın korkmaz ve yılmaz eridir.
Kendi aynamıza da bakmak zorundaydık.
İleriyi görebilmemiz için önce kendi aynamıza bakmalıydık.
Oyun kurucu olma rolünü üstlenen BGSAM, “BİZE BU ZULMÜ KİM YAPTI?” sorusuna yanıt aradı.
İlk kez olmak üzere ve Türkiye’deki yüzlerce göçmen derneği, kulüp, birlik, federasyon, konfederasyondan ve Bulgaristan’daki Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) partisinden farklı olarak olaya politik yanaştı.
Sosyolojik araştırmalardan sonra olayları objektif irdelemelerden sonra, 138 yıldan beri şiddetlenerek süregelen hor görme, sindirme, kışkırtma, göçe zorlama gibi Müslüman-Türk ve İslam düşmanlığının ardındaki devlet siyasetine işaret etti. Bize uygulanan terör devlet terörüydü.
Bu, Bulgaristan’da geçici bir sorun değildi.
Bulgaristan Devletinin mayasında vardı. Bismark ve Hitler Almanya’sını model alarak kurulan Bulgar devletinde belirleyici olan, var olabilmek için öteki yaratmak, onu kötüleyerek yaşadığı topraklardan kovmak için “kara kan” olarak gösterip göçe zorlamak başta geliyordu.
Bu siyaset daha 1878’de başladı. 1912’de Müslüman Pomakların din ve isimlerinin değiştirilerek Hıristiyanlaştırmaları ve Bulgarlaştırmaları 20. yy Bulgar devlet siyasetinde belirleyici oldu. Bu zorlama 1936’da, 1942’de, 1970-72’de ve 1984-85’te devletin oluşturduğu baskı ve terör rejiminin tüm olanaklarını kullanmasıyla Müslümanlarımıza karşı tekrar etti.
1942’de 42 bin Yahudi ve Çingene vatandaşımız da Nazilerin gaz kamaralı toplama kamplarına gönderildi.
“Tek ulus, tek devlet” -faşist ideolojisine dayanan bu siyaset, 1945’ten sonraki komünist dönemde totaliter devlet terörü olarak şiddetlendirilerek değişiklik görmeden uygulandı. Cumhurbaşkanı J. Jelev’in “Faşizm” eseri bunu anlatır.
Bizden büyük sayıda kurban aldı.
Bulgaristan’da Halkımızın ruhunu sakatladılar. İç ve dış göçlerle nesillerimiz arasındaki doğal bağlar 6 kez baltalanıp koparıldı, Müslüman Türkler yalnız oy kullanma hakkı olan “siyasi köleler” durumuna getirildi. Birleşik Amerika’da kölelik devrinde uygulanan sözde insan haklarından “kölelere okuma yazma hakkı asla tanınmaz” bölümü Bulgaristan’da azınlıklar, Müslüman-Türkler için uygulandı. Bizi, beşinci sınıf insan, toprak kölesi, itibarsız varlıklar durumuna getirmeye çalıştılar. Bu zihniyetin değiştirilmesi için başlattığımız hak ve özgürlük davamızda Oyun Kuruculuğumuz ilk adımlarını attı. Zulme karşı koymak yeni oyunun kurucusu olabilmektir.
Olaylar birbirinin devamıdır.
2003’ten sonra bu feci duruma ışık getiren BULTÜRK oldu. Bulgaristan’da ilkleri yapmaya devam etti. Bir faşist devlet düzeni olarak kurulan ve gelişen III. Bulgar Çarlığı ile 1945’den sonra yerleşen Bulgar komünist totaliter düzeni arasındaki kopmaz ve katı sürekliliği olduğunu ortaya koyduk. “Bulgar Etnik Modeli“nin çaresizlikler kıskacında boğarak asimile etme siyasetinin devamı olduğunu gün ışığına çıkardık ve bu siyaseti çökertme kavgası başlattık ve başarılı olduk.
1990’dan sonra sahneye çıkarılan bizdeki “demokrasi”nin sahte, içeriksiz, hiç bir geleneğe ve insan hak ve özgürlüklerine dayanmadığını, halkın refahına katkıda bulunmayı hedeflemediğini açıklarken, ardına gizlendiği sahte maskelerini çekip aldık. Komünist kalıntıların, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) totaliter siyaset uzantılarının hedefinde ülkeyi Rusya’ya bağlı oligarşi sermaye çevrelerinin egemenliğine teslim etmek vardı ve biz bu maskeyi de indirirken, Türk partisi olarak geçinen HÖH’ün içine kümelenen kara para aklayıcıları, dolandırıcı, dalavereci, tefeci ve rüşvetçileri de birer birer halka gösterdik.
İlk kez olmak üzere, siyasi kılıfların (maskelerin) değişmesiyle örneğin zulüm uygulayan Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) adını almasıyla aslında hiçbir şeyin değişmediğini ve değişmeyeceğini gün ışığına çıkardı.
HÖH partisinin Bulgar ve Rusya gizli servisleri “DS” ve “KGB” ortaklığının bir ürünü olduğunu halka anlatabildik. Bu cümleden olmak üzere, ülkede aşırı sol (Moskofcu) ve aşırı sağ, ırkçı Bulgar milliyetçiliği örgütlendiğine işaret ederken, meclise gireceklerine ve hükümet siyaseti üzerinde ağırlık kuracaklarını öngörebildik ve halkı uyardık. Bulgar toplumunda taşı toprağı birbirinden ayırmamız çok zaman aldı.
21.yüzyıl Bulgar milliyetçileri totaliter rejim uzantılarıydı. 20. yy ‘da etnik azınlıklara karşı vahşet uygulayanların ta kendisiydi. BKP Genel Sekreteri T.Jivkov’un 29 Mayıs 1989’daki TV konuşmasında Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı “aç kapıyı ve topla hepsini” çağrısını yaparken, bizim için “akıtılması gereken kara kan” dediği ve “en az 300 bin Türk’ten mutlaka kurtulmalıyız,” sözlerinde ifade bulan devlet siyasetinin cop, silah elde vahşice ve amansız uygulayıcılarıdır.
Sinmişlerdi. 30 yıl sonra yine ateşlendiler ve kuduruyorlar. Anlattığım şu acı gerçekler ne kadar sempatik dille söylenirse söylensin bizim bağrımızı bugün de yakıyor. Ve bu işin içinde en kötü olan, 20. yüzyıl Bulgaristanlı Türkler siyasetinde ne yazık ki, Sofya makamlarının her zaman OYUN KURUCU olmuş olmalarıdır. Yerli Türk siyasetçiler bu barbar siyasete yamak ve uşak olmaya zorlanmışlardır.
BULTÜRK’ ün getirdiği yenilik.
2000’li yıl başından beri bir değişiklik, inisiyatif ele geçirme, uzun soluklu düşünme, geçmişi defalarca sık eleyip sık dokuma, eksikleri tamamlama ve hiç bir zaman umut yitirmeden hep ufka bakmayı, umut ışığını gösteren BULTÜRK derneği oldu. Önce tarihi geçmişi yazdık bunu bilmelidirler ki, yarını kurabilsinler. Durumu şöyle de tarif edebiliriz. 100 yıl Müslüman Türkler lehinde iki çift olumlu söz söylenmemiş bir toplumda yeni bir algı ve dünya görüşüşü yaratmak ve 14 yılda Bulgaristan Türkleri külliyatı oluşturmak olağanüstü zor bir işti.
Ben burada maddi imkânsızlıklardan söz bile etmek istemiyorum. Biz hep halkımızdan güç aldık. BALGÖÇ gibi geniş imkânları olan STK’latın yapamadığını yaptık, göçmenleri sis kâbusundan kurtardık ve umutla yaşamak isteyenlere ufku gösterebildik. Şu mübarek Ramazan günlerde düzenlediğimiz iftar gecelerinde bu ışıklar artık parlıyor.
İstanbul’da ve Sofya’da düzenlediğimiz basın toplantıları, Sofya meclisi ziyaretimiz, ikili ve çok yönlü görüşmelerimiz, forum ve sempozyumlarımızda bir devlet siyaseti olan, ancak baskı ve teröre dayanan totalitarizmin faşizm kopyası aydın insan, öteki, dil, din, aydınlanma, birlikte yaşama düşmanlığından başka hiçbir şey üretebilecek durumda olmadığını ortaya koyduk.
Totaliter rejimin sökülüp yok edilmeden özgürlükçü demokratik düzenin asla kurulamayacağını gündeme getirdik. Bu konularda demokratik Bulgar aydınlarıyla ortak dil bulduk. Yardımlaşma yolu açtık. 1989 göçüne ilk defa kültürel soykırım kelimesini kullanan da BULTÜRK oldu. Ardından Bulgar demokrat aydınlar da dedi bunu ve Avrupa literatürüne geçti. Ve bakış açısı değiştikçe değişti.
4 Haziran 2016 sabahı Sofya “TV” programında demokrat gazeteci G. Koritarov’un Berlin meclisinin Osmanlı’daki 1915 olaylarıyla ilgili “soykırımdır” diyen uydurma bildirisini örneklerle kınaması, Nazilerin soykırımcı “SS” birliklerinde hizmet etmiş Ermenilere isimleriyle işaret etmesi büyük başarılarımızdan yalnızca biridir.
Bu diziden olmak üzere, 2015’te Sofya “Sofya Pres” basın merkezinde, BULTÜRK Genel Başkanı sıfatıyla “Totaliter komünist rejim katillerinin mutlaka bulunup cezalandırılması gerektiği” bildirimini soydaşlar ve tüm Türk azınlığımız adına imzalaması çok önemli ve anlamlı bir başarımızdır. Bu davada HÖH partisi totaliter düzen katillerini gizleme, arkalama, yargıdan koruma davasına hizmet etti.
Türkiye’de bulunan STK’lar önde gelen Bal-Göç’ü örnek alan tüm göçmen derneklerimiz de hep sustu ve bir imza atacak cesaret bulamadılar.
Bu adımlarla, BULTÜRK hem Türkiye’de soydaşlarımız arasında hem de Bulgaristan’da totaliter rejim kalıntılarına ve çakma sosyalistlere karşı mücadelede demokratik kamuoyunda OYUN KURAN dernek olduğunu kanıtladı.
BULTÜRK Genel Başkanlığına gelmemizle olumlu değişikler derinleşti.
Yoğun gelişmeler, 2010’da, Prof. Dr. Hayati Durmaz’ın BULTÜRK Genel Başkanlığını Rafet Ulutürk’e bırakmasıyla daha iyi örgütlü ve sistemli ilerleyen bir yön aldı.
Yeni dönemde “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi Bulgaristanlı okur kitlesine ulaştı. 2000’den fazla yeni elektronik adres günlük yayınlarımız izleyen kitleye açıldı. Yayınlarımız, görüş paylaşma ve fikir beyan edip tartışma platformu oldu.
Halkımızda da yeni bakış açısı yerleşiyor.
Yeni algının tarihin yeniden yorumlanmasından, değer yargılarının yenilenmesinden, bütün tek taraflı ve ters yüz gösterilmiş olaylara yeniden ışık tutulmasından geçtiği inancı taraftar topladı.
1877-78 Rus-Türk Savaşının, Bulgarlar için bir “kurtuluş savaşı” olmadığından başlayarak, Osman Paşa emrindeki Türk Ordularının Plevne ve Şipka Savaşında Bulgar halkını da sunduğunu ayrıntılı biçimde açıklanması, Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in “Şipka Tepesi” kutlamalarına gitmemesine kadar derinleşti. Tarih kitaplarında yapılan değişikliklerle “Osmanlı esareti” saçmalığı kaldırıldı. Etnik gerilim doğuran sivri uçlu sanat eserleri galerilerden toplandı. Büyük savaşta Plevne savaşında şehit düşen Türk erlerimizin kemiklerinin toplu mezardan çıkarılarak İngiltere’ye taşınıp taş değirmenlerde öğütülüp ormanlara saçıldığı gerçeğinin öğrenilmesi hayret uyandırdı, tüyler ürpertti.
Ferdinand’ın 1908’de kurduğu Bulgar devletinin militarist ve saldırgan özü görülürken, Çar idaresinin Birinci ve İkinci Balkan Savaşında amansız saldırgan ve yağmacı yüzü açığa çıktı.
1945’ten sonra kurulan komünist rejim, etnik, dil ve din azınlıklarıyla ilgili 1908-1944 faşist Çarlık idaresinin insan haklarını askıya alan, azınlık haklarını hiçe sayıp çöpe atan, göçe zorlama, cahil bırakma ve “politik köle” yaratma siyasetinin devamı oldu. 1990’dan sonra gelen sözde demokraside de insan hakları ve yasal haklar konularında gerekli anayasal değişiklik bile yapılmazken, yargıda reform oyunu bugün de devam ediyor. Bu konuda Oyun Kuran BULTÜRK Bulgar demokratik güçlerinin, STK’ların aylarca süren direnişlerinin yanında yer aldı.
Yoğun etkinliklerin siyasi özünü açarken ve hedeflerini duyururken, özellikle de, 1989’da, Totaliter lider T.Jivkov’un devrilmesine götüren, 1989 Mayıs Müslüman Türk Ayaklanması sebeplerini, illegal örgütlerimizi, direnişlerin örgütlenmesini, örgüt ağını, kitle gösterilerini, yoğun baskı altındaki Türklerin kitle psikolojisini, Ayaklanma aşamalarını, polis ve zırhlı birliklerle çarpışmaları, şehitleri, yaralıları ve göçe zorlanan kardeşlerimizin öyküler şeklinde bunları anlatmakla, Bulgaristan Türklerinin yeniden diriliş tarihini yazma işine öncülük etti.
Daha önce söz bile ettirilmeyen konularda, Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülük Tarihi, Bulgaristan Türklerinin Tarihi, Bulgaristan Türkleri Şiir Antolojisi, Bulgaristan Türklerinin Özgün Kültürü gibi eserler iki dilde, hem Türkçe ve hem de Bulgar dilinde derlendi ve yayınlandı. Uluslararası terörün tırmanmasıyla İslam Barış Dinidir, “Yurtta Sulh Dünyada Barış” konulu toplantılar, konferanslar düzenlendi.
Bu eserleri yazanların hiç biri HÖH’lü değildir. HÖH partisi yukarıdaki etkinliklerinin hiç birine katılmadı. Halkımızın gerçeklerin yeni taşıyıcısının dernekler olduğuna böyle inandı.
Bu çalışmalarda en kayda değer nokta, resmi Bulgar basın, radyo ve TV programlarının iddia ettiği gibi, 1989 Mayıs ayaklanması ve bugünkü yeniden diriliş HÖH partisi tarafından örgütlenmemiştir.
Ve yeni Diriliş ruhu işte bu temeller üzerinde boy attı.
Yeni siyasi oyunu kurmaya çalışan BULTÜRK, HÖH maskesini indirip “zamanın doldu” dedi. Polis Ajanları dosyalarının bulunduğu arşivlere indi.
Ahmet Doğan dosyası yayınlandı. Doğan’ı anlatan “Şeytan” kitabı halk diline çevrildi. BSP-DPS yakınlaşması ve işbirliğinin Müslüman Türkler için tehlikeli olduğunu kanıtladı. G. Pırvanov’un daha ilk Cumhurbaşkanı seçildiği dönemde BSP-HÖH ikilisinin halkımızın temel çıkarlarına karşı birlikte hareket ettiğini yazdı. HÖH yönetiminin katıldığı iktidarlarda eski komünistlerin hırsızlıklarına “koltuk değneği” olduğuna, banka çökertme ve soygunlarında HÖH liderlerinin parmağı olduğuna işaret etti.
Bunlar yapılmadan, büyük gerçekler ortaya çıkarılmadan Bulgaristan’daki kardeşlerimize yararlı bir yeni siyasetin kurulabilmesi olanaksızdı.
Gerçekler gün ışığına çıktıkça, yargıdan korkan HÖH lideri A. Doğan halktan uzaklaştı, korumaları arttı, gizlendi. Partisi 6 defa parçalandı. Ardından yeni bir dönem başladı. Bu ikili bir süreçti. Bir defa HÖH üyeleri partiyi içten içe arıtmaya ve değişikliklere zorlarken, bu olmayınca partiden ayrılma ve bağımsız kalma yolunu seçtiler.
Türkiye’deki çalışmaların önemi artıyor.
Bu çalışmaların Türkiye ayağı özellikle seçimler yaklaşınca renkleniyor. Belediyelerle ve yönetim organlarıyla işbirliği belirleyici önem kazanıyor. Bir yandan seçmenlerin Türkiye iç siyasetiyle ilgili yaklaşımlarını yönlendiren BULTÜRK, İstanbul/Bayrampaşa Belediyesi’ndeki AK Parti lehinde etkin katılımla geçen yılın Haziran – Kasım seçimlerinde sonuç belirleyici rol oynadı. Bayrampaşa’da tüm Rumelilere karşı BULTÜRK tek başına AK Partinin yanında olduğunu beyan etti, Bayrampaşa’da Belediye seçiminde BULTÜRK derneği belirleyici oldu.
Oyun Kuran siyaset çizgisiyle Türkiye Cumhuriyeti’nde Başkanlık sisteminin kaçınılmazlığı açıklanırken, Atatürk siyasetçiliğinin yıllar içinde geçirdiği evrim de halk kitlelerine değişik biçimlerde apaçık indiriliyor.
12 Kasımda yapılan Bulgaristan seçimlerinde Oyun Kurucu olduğumuzu gösterdik.
Bu son seçimlerde BULTÜRK Türkiye’de İstanbul ve Trakya il ve ilçelerinden sorumlu olarak nisan seçimlerinde 18 bin oyla aldık ve 12 Kasım’da yapılan seçimlerde Türkiye’de oyları 93 bine çıkartarak kendini ispatlamış olduk. Sofya’da Türkiyeci, Avrupa- Atlantikçi dengenin korunması biz göçmenlere bağlı oldu.
BULTÜRK, Bulgaristan genel parlamento, Cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimleriyle ilgili yürütülen çok yönlü ve yoğun çalışmalarda başarıdan başarıya gidiyor. Biz Bulgaristan’ın iç işlerine karışmıyoruz. Biz burada hepimiz Bulgaristan vatandaşlarıyız. Etkinliklerimiz HÖH partisinin bir Bulgar-Rus gizli polisi organına hizmet ettiğini açıklarken seçmeni uyandırdı ve her defasında yeni fırsatlar sunuyor.
BULTÜRK bunları yazarken, tüm dernekler susmuştu.
Artık susma zamanı da doldu. Aldatılan halkımızdan özür dileme zamanı geldi. Dernek ve federasyonlar, Rumeli –Tek Rumeli TV gibi yayınların HÖH hastalığından büyük ölçüde bugün de kurtulamadılar. Hak ve özgürlük davamıza ihanet maskelerini indiremediler. Yağcılık yaptılar. Soydaşları aydınlatma, gerçeklerle yüzleşme çizgisi aranmadı. İşte bu gün tüm göçmen dernekleri ve diğer STK’lar BULTÜRK ’ün yıllardır izlediği çizgiyi bulmaya çalışıyor. Bu gün herkes BULTÜRK’ün dediğine geldi ve aynı yolda BULTÜRK’te buluştular.
Yeni bir Oyun Kurma zamanı kapıyı çaldı.
Yeni dönemde ortak oyun kuruculuğuna başlamalıyız.
Bunun için herkes önce kendi yolunu yürümek zorundayız.
Dernekler 26 yıldır Rusçu-HÖH peşinde gittiler, “Gerçekçi olalım, halkımızı aldatmaya son verelim, gerçekleri söyleyelim, Halkımızdan özür dileyin!” buradan tüm samimi derneklere sesleniyoruz.
Demokratik Bulgaristan kurma davamıza katkı sunmak için, yeni bir oyun kuruculuğuna soyunma çağrısında bulunuyor.
BALGÖÇ gibi derneklerden, HÖH-DPS konusunda 27 yıldır gözüne kül attığı halktan, seçmenden özür dileme işinde öncü olmalarını istiyor.
Yanlış bilgilendirmekle oyaladığınız seçmenden özür dileyerek, DOST partisine oy isterken işimizi kolaylaştıralım. Bu yapıldığında “biz kimseye inanmıyoruz” seti başarıyla yıkılabilir.
Bu çağrı aydınlar arasında uzun zamandan beri bekleniyordu ve kamuoyunda “şok” etkisi yaptı.
Davaya birlikte devam etmenin başka yolu yoktur.
İlk adım halkımızın güvenini kazanmak olmalıdır!
HÖH’ü DESTEKLEYEN TÜM STK’lar BULGARİSTANLI TÜRK-MÜSLÜMANLARDAN ÖZÜR DİLEMELİDİRLER. BİZ SİZİ YANLIŞ YÖNLENDİRDİK ÖZÜR DİLERİZ DEMELERİ ASLINDA YETERLİ OLACAKTIR. BUNU DEMEDEN HÖH’E KARŞI ÇIKABİLMEMİZ BİR ŞEY İFADE ETMEZ.
Zaman yeni büyük oyunu birlikte kurma zamanıdır.
BULTÜRK
Devam edecek.