Rafet ULUTÜRK Kültürel Soykırımı Unutulmaması için buradayız.

Değerli Misafirler, Saygıdeğer Basın Mensupları,

Bu önemli günde sizleri aramızda görmekten çok mutluyuz, toplumsal duyarlılığınız ve katılımınızla bize desteğiniz için hepinize teşekkür ediyor, saygıyla selamlıyorum.

Hoş geldiniz sefalar getirdiniz.

Bugün, Bulgaristan’da yaşayıp Türk kimliği için, eşit onurlu yaşam için yapılan baskılara karşı cansiperane mücadele etmiş olan kahramanlarımızı anmak ve Bulgaristan’daki uygulanan

KÜLTÜREL SOYKIRIMIN UNUTULMAMASI için buradayız.

Tarih tekerrürden ibarettir.

Ders alınmazsa aynı şeylerin yaşanması kaçınılmazdır.

Dün ve bu gün olduğu gibi yarınlarda da benzer mücadele ihtiyacı olacaktır.

Bu nedenle geçmişin kahramanların her birinin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

Bu bir bayrak yarışıdır.

Biz de onların ideallerini yaşatmaya, gelecek nesillere bilgi ve gücümüzü aktarmaya bir kez daha sizlerin önünde söz veriyoruz.

Bugün, Yakın tarihte Bulgaristan’da yaşanılan kültürel soykırımın 40. yılı.

Bu toplantı, sadece anma, hatırlatma günü değildir.

Yeni nesillerde, Doğru tarih bilincinin oluşturulmasıyla, gelecek için sağlam temellerin oluşturulması gayretidir.

Bu nedenle Bulgaristan ve orada yaşayan Türkler hakkında kısa tarihi hatırlatmalarla konunun daha kolay anlaşılmasına gayret edeceğim.

Bulgar etnik kökeninin Türk olduğu ortak simgeler kullandıkları Bulgar tarihçiler tarafından dahi kabul edilmektedir.

Türkler Balkanların fethi ile 14.yy ortalarından itibaren o coğrafyada yaşamaya başladı.

Peki Yüzyıllarca Osmanlı hakimiyetinde, inancını, ibadetini kültürünü, örf adetlerini özgürce ve kardeşçe yaşayan halk Neden?
ve Ne zaman? birbirine düşman haline geldi.

Tarih boyunca Osmanlıya düşmanlık besleyen Avrupa devletleri Osmanlı’nın zayıfladığı dönemlerde Osmanlı tebası olan etnik kimlikleri tahrik ederek bağımsızlıklarını ilan etmeleri konusunda tahrik etmiş destek vermiş ve Osmanlıdan kopmalarını sağlamıştır.

Dolayısıyla Osmanlı’ya olan düşmanlıklarının bedelini bu coğrafyalarda yaşayan Türklere! ödettirmek için; kimliklerini, inançlarını,dillerini örf ve adetlerini yaşamaları engellenerek acımasız bir kültürel soykırıma başlamışlardır.
Kültürel soykırıma direnenler ise çoğu dönem bedelini canlarıyla ödemişlerdir.

Bulgaristan’dan ilk göçler, 1878’deki Rus-Türk Savaşı’nın hemen ardından başlamış, resmi göç ise 1938’de 1950 – 51, 1968, 1977- 78 ve en son 1989’a kadar devam etmiştir.

1878’de imzalanan Berlin Anlaşması ile Bulgaristan, Osmanlı’ya bağlı bir prenslik olarak kurulmasına rağmen zamanla bu topraklarda Bulgar milliyetçiliği beslenmiş ve azınlıklara asimilasyon politikaları ön plana çıkmaya başlamıştır.

Bulgarların Türk kökenine sahip olduğu gerçeğini bilen Avrupalılar hiçbir zaman yönetimi Bulgar ve Türklere bırakmaya niyetli olmadılar.

Bu nedenle Bulgaristan’ın başına Bulgar değil, bir Alman Prens getirilmişti.

Prenslik döneminde; en etkili ve en uzun süre Başbakanlık görevi yapan Stefan Stambolov, Rusya’nın Bulgaristan’ı bir aparat olarak kullandığını fark etti.

Bulgaristan’ı bu durumdan kurtarmak için büyük çabalar sarf etti.

Hatta Sultan Abdülhamid ile görüşerek, Bulgaristan’ı yeniden Osmanlı himayesine geri dönmek istedi.

Ancak, Ruslar bunun farkına varınca Stambolov’u, vahşice katledildi.

Bu Siyasi katlin ardından Bulgaristan, Rusya ile yeniden “kardeşlik anlaşmaları” imzaladı.

Böylece Bulgar halkı Rusya Şemşiyesi altına çekilmiş oldu.

1908 yılında Bulgaristan bağımsız bir devlet haline geldi.

Sonraki yıllarda Bulgaristan’ın başına başbakan olarak Aleksandır Stamboliyski geçti.

Stamboliyski, seçimlerde Türk halkına ve azınlıklara “Gelin, bu ülkeyi birlikte yönetelim.” Dedi. İlk defa Bulgar parlamentosuna Türkleri sokan kişidir.

Stamboliyski, seçimi kazandı…

Türkler için eğitim reformlarına öncülük etti;
Onun döneminde ilk defa Türk okullarına destek verildi.

Türk okullar açıldı, devlet desteği sağlandı ve tarımda dağıtımlar yapıldı. Okullara Tarlalar verildi.

Türk dernekleri ve okulları hızla zenginleşti, ilk defa Turan gençlik ve spor dernekleri adeta mantar gibi çoğalmaya başladı.

Nuvap okulu da bu dönemde açıldı.

Fakat bu demokratikleşmeden Bulgar milliyetçileri ve arkasındaki güçler rahatsız oldu.

Ve maalesef Stamboliyski’nin sonu da Stanbolov’unki gibi oldu; o da vahşice katledildi.

1905 yılında ilk defa Türk Öğretmenler birliği kuruldu.

1929 yılında Bulgaristan Türkleri Milli Kongresini yaptı.

1933 yılında tüm STK’lar tek çatı altına toplanarak son kurultaylarını Rusçukta yaptılar. Ardından darbe geldi.

1934 yılında Bulgaristan’da gerçekleşen darbe aynı zamanda, Türklerin toplumsal gelişimine de darbe olmuştur.

O güne kadar, müftülerin maaşı Türkiye Tarafından ödenirken! 1934’ten sonra Bulgar hükümeti tarafından ödenmeye başlamıştır. Dolayısıyla müftülük makamı Bulgar devletinin kontrolüne geçmiş ve Müslüman toplumunu yönlendirme aracı haline getirilmiştir

Türklükten ziyade Müslüman kimliğini kontrol etmek gizli bir asimilasyon silahı olarak kullanılmasının başlangıcı olmuştur.

Türkiye ile birlikte Bulgaristan 1928’de Latin harflerini kullanmaya başlamasına rağmen;
İlk atanan baş müftü ayağının tozuyla Osmanlı harfleriyle!!
gazete çıkararak eski yazıya dönüş yapılmasını savunmuş,
bu da Türk aydınları arasında ilk çatışmanın (Atatürkçü ve Osmanlıcı) ayrımın ortaya çıkmasına neden olmuştur.

1944 yılına gelindiğinde ise Komünizm’e geçildi.

Karanlık bir döneme girilmişti. Komünistlere karşı gelen her kimse! Yargısız infaz edilmeye başlanmıştı.

Bu gün çoğu insanın duyduğu BELENE KAMPI işte bu dönem komünizme karşı gelenlere karşı o tarihlerde açılmıştı ve insanlık dışı uygulamalar daha o tarihlerde yaşanmaya başlandı.

Türkleri asimile etmek adına her yol denenmiş;
Roman’larla başlayıp Pomak Türkleri ile devam eden isim değiştirme 1984 yılında ise tüm Türklerin isimleri değiştirilmesine kadar varmıştır.

1984 yılına gelindiğinde, Bulgaristan’daki tüm Türklerin isimleri Slav isimleriyle değiştirilmiş, halkın kimliği yok edilmeye çalışılmıştır.

Türk Mezarlıklarımızın çoğu tahrip edilmiş, mezar taşlarımız kırılmış, Türkçe isimler silinmiş, dualarımız yasaklanmış, Türkçe konuşmak, düşünmek ve neredeyse hayal etmek bile suç sayılmıştır.

Ancak unutulmamalıdır ki; kimliğimizi silmeye çalıştılar, tarihimize, kültürümüze ve değerlerimize saldırdılar.

Ama biz, tüm bu zorluklara rağmen silinmedik, yok edilmedik.
Dimdik ayakta kaldık, varlığımızı koruduk ve bugünlere ulaşmayı başardık.

Bizim gücümüz, sadece geçmişin acılarından değil, aynı zamanda bu toprağa, kimliğimize ve özgürlüğümüze duyduğumuz derin bağlılıktan kaynaklandı.

Her türlü engeli aşarak, kimliğimizi ve kültürümüzü yaşatmaya çalışıp yolumuza devam ettik.

“Buraya, Türkiye’ye geldiğimizde, birçok kişi bize ‘Türkçeyi nerede öğrendiniz?’ diye soruyor.

Biz de onlara şöyle cevap veriyoruz: ‘Türkçe’yi, her kelime için Bulgarlar’a para ödeyerek öğrendik.’

Çünkü o dönemde, Türkçe konuşmak yasaktı.

Eğer biri Türkçe konuşursa, bunun sonucu olarak ağır para cezaları uygulanır, hatta sosyal baskılarla karşılaşırdı.

Türkçe, o dönemde bizler için bir DİL’den fazlası idi, aynı zamanda bir kimlik ve direnişin simgesiydi.

O yasaklar, bizleri susturmak, kimliğimizi yok etmek için atılmış adımlardı.

Ama biz, tüm zorluklara rağmen dilimizi yaşattık ve bugün burada, ve Bulgaristan’da Türkçemizi özgürce konuşuyoruz..

Bugün burada toplanmamız, Bulgaristan Türklerinin yaşadığı acıların, yok sayılmaya çalışılan kültürün ve asla kaybolmayan direniş ruhunun bir göstergesidir.

Bu toplantı, bir hesaplaşma değil; tarihten ders çıkarma, geçmişin hatalarından ders alarak geleceğe umutla bakma çabamızdır.

Bulgaristan’daki Türk varlığı, yalnızca geçmişin bir hatırlatması olmakla kalmaz, aynı zamanda geleceğe dair süregelen bir mücadelenin simgesidir.

Kimliğimizle, dilimizle ve inancımızla dimdik ayakta duruyoruz. Zorluklara karşı gösterdiğimiz direnişin gücü, geçmişten bugüne taşınan bir mirastır.

Bu miras, bizlere sadece kimliğimizi koruma değil, aynı zamanda yarının dünyasında da var olma sorumluluğunu yükler.

Bu mücadeleye, bu kutsal yolda durmaksızın devam edeceğiz.

Her zulmün ardından aydınlığı getiren bizleriz; her engeli aşarak, her nesilde yeniden doğacağız.

Bizim direnişimiz, sadece geçmişin karanlık hatıralarını silmekle kalmaz, aynı zamanda aydınlık bir geleceğin temellerini de atar.

Gelecek nesillere bu mirası taşımak ve bu mücadeleyi sürdürmek bizim en büyük görevimizdir.

Değerli dostlar,

Unutmayalım ki, kendi geçmişini unutan bir toplum, geleceğini de kaybeder.

Bu sergiye herkesin hafta boyunca çocuklarıyla birlikte katılarak, varsa dönem hikayelerini paylaşması, paylaşılanları dinlemesi, her sene gerçekleştirmeyi planladığımız bu etkinlikler için bizi daha da heyecanlandıracaktır.

Amacımız geçmişin değerlerini, kimliğimizi ve kültürümüzü, değerlerimizi paylaşmak, genç nesilleri ve çocuklarımızı bu mirası sahiplenmeye teşvik etmek gereklidir.

Bu sergi, sadece bir hatırlatma değil, aynı zamanda bir çağrıdır:

Geçmişimizden güç alarak, daha aydınlık bir geleceği birlikte inşa edeceğiz.

Değerli Misafirler, Saygıdeğer Basın Mensupları,

1984 sonrasında, Bulgaristan’daki Türklerin yaşadığı baskılar yalnızca isim değişikliği ve dil yasaklarıyla da sınırlı kalmadı.

Evlerimizde korku hakim olmaya başlamıştı.

Namaz kılmak, dua etmek ve Türkçe konuşmak suç sayılmaya başlanmıştı.

Çocuklarımız okullarda, “Evde hangi dil konuşuluyor?

Evde namaz kılınıyor mu? Sünnet olan var mı?” gibi sorularla karşı karşıya kalıyordu.

Üstelik bu soruları, okulda öğretmenler soruyordu.

Yani öğretmenler aracılığıyla, istihbaratın eliyle küçük yaşlardaki çocuklardan bilgi toplamak için bir araç haline gelmişti.

Anne ve babalarımız, çocuklarına tembihlerde bulunmak zorunda kaldı:
“Sakın konuşma! Sakın bir şey söyleme!”

Ancak her toplumda olduğu gibi, bu baskılar karşısında sessiz kalanlar olduğu gibi, konuşanlar da çıkıyordu.

Her şeye rağmen onlar, geleceğe umut bırakan, dimdik ayakta durmayı başaran cesur insanlardı.

Bugün burada, geçmişte yaşanan bu zulmü ve direnişi hatırlayarak, hem kimliğimize sahip çıkmanın hem de özgürlük mücadelesinin önemini bir kez daha vurguluyoruz.

Bu topraklarda, bu coğrafyada biz varız ve var olmaya devam edeceğiz!

Evde öğrendiğimiz değerlerle okulda dayatılan düşünceler arasındaki çatışma, kimliğimizi ve inancımızı koruma mücadelesi vermemize neden oluyordu.

Bir yanda ailemizden öğrendiğimiz inançlarımız, diğer yanda okuldaki baskılar…

Buna rağmen, inancımızı ve kimliğimizi koruma kararlılığımızdan asla vazgeçmedik.

Gerçekleri söylemenin, kimliğimizi savunmanın suç sayıldığı bir ortamda, en temel haklarımızdan mahrum bırakıldık.

O günlerde cenazeler bile, gün içinde Bulgar adetlerine göre defnedilir, gece karanlık çökünce, gizlice mezardan cenaze alınıp, geleneklerimize göre ve değerlerimize uygun şekilde tekrar defnedilirdi.

Bu, kimliğimizi savunmanın, bizleri yok saymak isteyenlere karşı duruşumuzun en somut örneğiydi.

1989 yılının 19 Mayıs’ında Kırcaali’de bir cenaze sırasında başlayan protesto, Bulgaristan Türklerinin yüreğindeki ateşi yeniden alevlendirdi.

Bu, yıllarca süren baskıların, yok sayılan kimliğinin ve inançlara yapılan saldırın karşısında büyük bir direnişin kıvılcımı olmuştu.

Başta Belene’de yatanların eşleri “Kocalarımızı hapisten serbest bırakın!” çağrılarıyla ayağa kalktı.

Cesur kadınların mücadelesi, çevre şehirleri de etkisi altına aldı. Razgrad, Şumnu, Sliven, Ruscuk derken protestolar büyüyerek tüm Bulgaristan’a yayıldı.

Protestolar hızla büyüdü,

İŞ bırakmalar başladı ve Bulgaristan’da tüm Türkler İŞ bıraktı.

Direnişin gücü ile 29 Mayıs’ta sınır kapıları açıldı.

Devletin asimilasyon uygulaması ters tepmişti.

Fabrikalar durdu, mahsul tarlada kaldı, günlük yaşam sekteye uğradı ve nerdeyse Bulgaristan devleti felç olmuştu.

Bu halkın gücüydü, birlikteliği ve kararlılıydı.

Zulme karşı verilen cevaptı, haklı bir mücadelenin zaferiydi.

Sonuçta Bulgar Komünist rejim çöktü.

Bu direniş, halkın birlikte hareket ettiğinde neleri başaracağının simgesi oldu.

Bu direniş, Bulgaristan’ı ekonomik olarak sarsarak, o günden sonra büyük bir çöküşün içine sürükledi ve ülke hâlâ toparlanabilmiş değil.

1990 yılında demokrasiye geçildi.

Fakat rejim değişti ama etkin siyaset aktörleri aynı kaldı. Kurulan sözde Türk partiler yine ve hala Bulgar derin aklı hizasında gitmeye devam ediyor.

Yani Bulgaristan’da yaşayan Türkler için mücadele bitmiş değil.

Bu gün uygulanan ASİMİLASYON POLİTİKASI teknolojiyi de kullanarak KENDİ RIZASIYLA ASİMİLASYON POLİTİKALARINA dönüşmüş durumda.

Bunu dini kullanarak, bunu medyayı kullanarak, yasaları ve korkuyu kullanarak yapmaya gayret ediyorlar.

Yani Kültürel asimilasyon ve soykırım niyeti aynı ama aletler değişmiş durumda.

Bu nedenle geçmişten değerlerimizi çıkarıp gelecek için yapay zeka dahil her türlü araç gereci kullanarak ve değişen küresel planları doğru okuyan ve mücadeleci yeni nesillere ihtiyacımız her zamankinden daha çok.

Bizler, zorluklarla dolu tarihimizden dimdik ayakta çıkan bir neslin evlatlarıyız.

Dilimizi yasakladılar,

mezar taşlarımızı kırdılar,

kimliğimizi yok saydılar.

Ama biz buradayız!

Kökümüzle,

inancımızla ve varlığımızla ayakta duruyoruz.

Geçmişin acılarına rağmen, gücümüzü kültürümüzden, tarihimizden ve birlikteliğimizden alarak yolumuza devam ediyoruz.

Bugün, bir kez daha sesleniyoruz:

Türkler olmadan Bulgaristan yönetilemez.

Büyük Türkiye, yalnızca kendi geleceği için değil, aynı zamanda bu coğrafyanın ve tüm dünyanın geleceğini değiştirecek güç ve vizyona sahiptir.

“Bizim mücadelemiz, sadece Bulgaristan Türkleri için değil, bu ülkenin daha adil ve demokratik bir geleceğe sahip olması içindir. Bulgaristan, Türk toplumunun bu ülkenin vazgeçilmez bir parçası olduğunu öğrenmek zorunda. “Bugün Bulgaristan’da birçok kişi Türklerin ülkenin yönetiminde söz sahibi olmaması gerektiğini düşünüyor.
Ancak gerçek şudur: Bulgaristan Türkler olmadan yönetilemez. Bizler bu ülkenin tarihinin, kültürünün ve ekonomisinin bir parçasıyız. Bu gerçeği herkes öğrenmeli.
“35 yıldır Türk oylarıyla seçilen Bulgaristan Cumhurbaşkanları, bugüne kadar hiçbir zaman Türk toplumunu layıkıyla temsil etmedi. Şimdi biz bunu değiştireceğiz.
Bulgaristan’da Türklerin yalnızca seçmen olarak görülmesi artık kabul edilemez.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın bir Türk olması için mücadelemizi sürdüreceğiz.”

Biz, atalarımızdan miras kalan onuru, direnişi ve birlikteliği bu topraklarda yaşatmaya devam edeceğiz.

Türk milletinin gücü, sadece geçmişin izlerini taşımakla kalmaz, aynı zamanda daha aydınlık bir geleceği inşa etme kararlılığını da taşır.

Mücadelemiz, daha aydınlık bir geleceğin inşasıdır.

Türk milletinin gücü, tarihinden aldığı ilhamla her zaman büyüyecek, yolumuzu aydınlatacak ve bu coğrafyada barış, adalet ve refahın teminatı olacaktır.

Geçmişin izlerinden güç alarak, daha parlak bir yarın inşa etmek için kararlılıkla ilerleyeceğiz.

Mücadelemiz, kimliğimize ve tarihimize sahip çıkma mücadelesidir.

Bu mücadele yalnızca geçmişin izlerini korumakla kalmaz, aynı zamanda geleceğe ışık tutan bir yol açmak için de devam etmektedir.

Bu yolculuk asla sona ermeyecek, nesiller boyu sürecektir.

Birlik ve dayanışma içinde daha güçlü bir şekilde ilerleyeceğiz.

Öncelikle, bu toplantıyı gerçekleştirmemize tüm olanakları sağlayan
Bayrampaşa Belediye Başkanımız Hasan MUTLU’ya,
toplantımıza katılarak bizlere destek veren Bayrampaşa Kaymakamımız Abdullah ÇİFTÇİYE
ve
İstanbul Vali Yardımcımız Hasan GÖZEN’e en içten teşekkürlerimi sunuyorum.
Ayrıca, toplantımıza katılarak bizleri onurlandıran tüm Türk Dünyası sevdalılarına teşekkür ediyorum.
Destekleriniz, çalışmalarımızın daha verimli ve etkili olmasını sağlıyor.

Sağ olun, var olun!

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

two × 4 =