ŞİPKA KAZANLIK SEYHATİNDE OTOBÜSTE YAPILAN KONUŞMA;
Değerli BULTÜRK dostları, bizler Türklüğün meyvesi olan Orta Asya’dan yola çıkarak Anadolu’dan önce Türkleşen Bulgaristan’a ulaşan bu toprakları da Türk-İslam Âlemine katan EVLAD-I FATİHANLARIZ.
Birçok türkülere, hikâyelere ve romanlara konu olan Rodop insanının ayrılmaz parçası nazlı yâri Arda boyundan, Tuna’dan, Deliorman ve Dobruca Türklerinden kucak dolusu selamlar getirdim. Öncelikle Bulgaristan’ın DÜNÜ, BUGÜNÜ’NÜ anlatmak üzere sizlere bu konuşmamı yapmak istedim. Çünkü tarih geleceği dağının arkasını görmemiz için iyi bir vazıtadır, bu nedenle bizler BULTÜRK olarak tarih konusunu bu gezilere katılan herkese anlatmak isteriz.
Değerli dostlar;
Uzun yıllar boyunca bu faaliyetlerden elde ettiğim birikimler çerçevesinde Bulgaristan’ın DÜNÜ, BUGÜNÜ VE YARINI konusunu sürem el verdiği ölçüde özetlemeye çalışacağım.
Öncelikle Bulgaristan’ı coğrafi ve tarihi açıdan ele alalım;
Bulgaristan Balkanlarda yer alan bir ülkedir. Batısında Sırbistan ve Kuzey Makedonya, Doğusunda Karadeniz, Kuzeyinde Romanya, Güneyinde Yunanistan ve Güneydoğusunda Türkiye ile çevrili 110.994 KM2 yüz ölçüme sahip Avrupa’nın en büyük yüzölçümüne sahip 16. Ülkesidir.
Balkan, Rodop ve Rila gibi dağlar yüzey şekillerini belirler.
Rila dağındaki Musala zirvesi doğu Avrupa ve Balkanların en yüksek noktasıdır.
Kuzeydeki Tuna – Dobruca ovası ve
Güneydeki Yukarı Trakya ovası Bulgaristan’ın deniz seviyesine en yakın ve verimli bölgeleridir.
Başkenti Sofya,
Resmi dili Bulgarcadır.
Tarihte Bulgar devletleri
- Birinci Bulgar devleti 681-1018 yılları arasında hüküm sürmüştür. Kubrat Han’ın küçük oğlu Asparuh Han yönetiminde Tuna boylarına gelen Bulgarlar, 679 yılında Tuna Bulgar Hanlığını kurdular. 681 yılında yapılan anlaşma ile Bizans İmparatorluğu tarafından resmen tanındı.
- İkinci Bulgar devleti İvan ASEN 1185-1422 tarihine kadar (Osmanlı tarafından fethedildiği tarih) hüküm sürmüştür.
- Osmanlıdan sonra 1878’de I.Ferdinand Prenslik olarak kısmı özerklik ilan etmiştir.
- 5 Ekim 1908 tarihinde ise Osmanlıdan ayrılarak bağımsız devlet olmuştur. 752 km2
- 1908-1934-1944-15 Kasım 1990 tarihleri arasında Bulgaristan iyi ve kötü olmak üzre, çok çalkantılı badireli günler geçirmiştir.
15 Kasım 1990 itibarı ile Jivkov yönetiminin Komunizmin çoküşü ile birlikte Bulgaristan bugünkü “demokratik” yönetim şekline geçmiştir.
2007 yılında AB üyesi de olmuştur.
Bulgaristan AB üyesi olduktan sonra yüzünü tamamen batıya döndürerek 2009 tarihi itibarı ile NATO-Kuzey Atlantik’e katılmıştır.
2021 tari itibarı ile nüfusu %98’lik tahmine dayalı olarak 6. 910. 176 dır.
Seçmen sayısı 6 400 bindir.
Para birimi Leva’dır
Evet, Bulgaristan benim memleketimdir.
Toprağını sürdüğüm, ekmeğini yediğim, suyunu içtiğim memleketine âşık biri olarak doğduğum evin kapısı açık, lambası yanık olarak bırakarak buraya göç ettik. Atalarımın mezarları ve mirasları, çocukluk hatıralarım, “vatan” sevgim orada kaldı.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arası dönemde monarşi zulmünü yaşadık. Ama bununla da kalmadık. Gerek Çar Ferdinand, gerek Çar III. Boris veya komünist diktatör Jivkov dönemlerinde Türklerin maruz kaldığı zulümler, tahammül sınırlarını epey zorlamış ve dönem dönem büyük göçlerin yaşanmasına neden olmuştur.
Osmanlıdan koparıldıktan sonra Bulgaristan’ın başına Bulgar getirmediler. Yani Bulgarlara güvenmedikleri için Alman Prens Ferdinant getirildi başa.
Osmanlı yüzyıllarca yatırım yaparak Bulgaristan’da ticari, zirai ve kültürel olarak kalkınmasında gösterdiği atılımlardan sonra,
Rus istilası sonrası 1878’de çekilirken ardında binlerce cami, saray, konak, mescit, medrese, köprü, çeşme, geçit, köy ve kasaba miras bıraktı. Bugün Bulgaristan’da görmüş olduğunuz binaların yolların vsy çok çook büyük bölümünü Türk ellerinden çıkmıştır. 1989 göçü sonrası ekonomik olarak yok oluşumuna girmişler ve halen bugün itibarı ie kendilerini toparlayamıyorlar.
Bulgar tarihinde en önemli yıl 1878’dir.
O, bir sayfanın kapandığı ve yeni bir sayfanın açıldığı yıldır. Dönüp geriye bakmak, bazen insanları ikiye, üçe beşe böler, birbirine düşman eder, toplumu karıştırır ya da kaynaştırır, birleştirir veya birbirine düşman eder.
Bulgaristan ve Türkiye aynı aileden bir birinden koparılmış kardeş iki komşu devlet. İnsan kardeşini ve komşusunu kendisi seçemez.
Ne var ki, dünyadaki acıklı kavga, kardeş kavgasıdır.
Basit bir husumetten savaşa kadar uzanan çizgide tarihimiz boyunca pek çok devlet kardeş kavgası sonucu yıkılmıştır.
1877–78, Ruslarla Osmanlının son kez birbirine kıyasıya girdiği zamandır.
Ardından iki imparatorluk da çökmüş ve dağılmıştır. Osmanlıdan doğan devletlerin toplamı 44’tür. Bulgaristan, bu “kardeş-devletçikler ailesine” Yunanistan ve Sırbistan’dan sonra girmiştir. Balkanların göbeğinde, Osmanlı devletinin ve O ZAMANLAR Rumeli Beylerbeyliği topraklarında bulunurdu.
Bulgaristan’ın doğum tarihi 3 Mart 1878’dir.
Okul yıllarında, bizi, Bulgar öğrencilerle birbirimize düşüren hep “93 harbi” olmuştu.
Bu savaşın “bir saldırı harbi mi?” yoksa bir “kurtuluş savaşı mı?” olduğunu tartışırdık. Tarihin genel geçerli gelişim yasaları, kategorileri, kıstasları, değer yargıları, süreçleri, devrim, isyan ve evrim gibi temel değimleri vardır.
Biz o zaman bunların ne anlama geldiğini pek bilmesek de arasız didişiyorduk.
Çağları birbirinden ayıran, belli bir şekillenme, oluşma ve olgunlaşma süreçleri olarak benimsedim. Anlamı, yeni olan her zaman eskinin bağrında oluşur ve hayat hakkı ister, şeklinde girdi kafama.
Bulgaristan yeni olansa, neden “Plevne Savaşında”, neden “Şıpka Tepesinde” doğdu?
Aklımdan çıkmayan, dedemi öldüren, soyumu vatan toprağından söküp atan Rus Çarına “kurtarıcı diyemezdim” O benim atalarımın katiliydi…
Osmanlı’da farklı dinlerin ve milletlerin kokuşmuş bir “ümmet topu” içinde barındığı gerçeği vardı. Bulgaristan için, eski olanın sonu ve yeni olana hayat hakkı tanıma anlamına gelen “93 harbi” tam bir asır önce 1774’te, Silistre yakınlarındaki “Küçük Kaynarca’da” imzalanan bir anlaşmada mayalanmıştı.
Ruslara Osmanlı topraklarındaki Hıristiyanları denetleme ve koruma hakkı tanıyan bu antlaşma, Osmanlının ümmet birliğini delmişti.
Başka bir deyişle, o zamana kadar yekpare olan OSMANLI MERMERİNİ çatlatmıştı.
Halk dilimizdeki “dananın kuyruğunun koptuğu yer” işte bu anlaşmada Rus Çarına tanınan haklardı. Kritik nokta, diplomatlarımızı bile bile uyutmuşlardır.
Osmanlı hanedanı bu hassasiyete duyarlı olup, bir büyük savaş patlamasına yol vermemek için, 1872’de özel bir fermanla Bulgar Doğu Ortodoks Kilisesi’ni Rum kilisesinden ayırmış ve Ohri Gölünden Kara Denize kadar Bulgar kilise ve manastırlarından Rum Papazlarını kovmuştu.
Fakat Osmanlıya saldırmak için fırsat kollayan Rus Çarı’nın stratejik hedefi, sıcak denizlere inmekti, (tıpkı bugünde olduğu gibi) savaşa vesile yaratmak için dini azınlık haklarından dem vuruyordu.
Yalnız bu mu? Hayır, şu da vardı. “Küçük Kaynarca”dan tam 50 yıl evvel, “Aton” Manastırı ruhani liderinden olan Payisiy Hilendarski, “Islav Bulgar Tarihi” eseriyle Bulgar maneviyatına etnik diriliş can suyunu vermişti.
O, Bizans ve Osmanlıda uzun süre kalan ve öz tarihini unutmak üzere olan Bulgar hafızasının dibine inmeyi başarmış ve “Bulgarların soyu sopu, dil, din, alfabesi, hatta Bizans İmparatoru 1. Nıkifor’u savaşta yendikten sonra kellesi ile şarap içenler gibi (Krum Han) ve benzeri Liderleri olduğunu gün ışığına çıkarmış ve kulaktan kulağa yaymıştır.
Böylece Bulgarlar bizim de tarihimiz var bilincine sahip olmuşlardır.
Tarih boyunca Bulgaristan devletlerinin resmi ideolojisinde beyinlere yüklenen tabloda dikte edilen tabloda, hep boynu bükük kalmak Türk ve Müslümanlara karşı uygulanan devlet politikasıdır.
Bizler Bulgaristan’da kalan Osmanlı bakiyesi EVLAD-I FATİHANLARIZ. Bizim uyanıp bilinçlenmemiz içinse, sürekli baskı altında, suçlu durumunda, ezilmeyi hak etmiş mahkûm vaziyette olmamız isteniyordu. Bunun içinde tamamen yalnız ve kimsesiz savunmasız bırakıldık.
İnsan doğuştan kimseye düşman değildir.
İnsan doğduğunda kim olduğunu bilmez. Doğumundan reşit olana kadar tüm insanlar İslam fıtratı üzere olup sevgi, saygı, adıl olma, dostça davranma ve kardeşçe yaşama gibi, kin, nefret, öfke, tahammülsüzlük, düşmanlık, ayrımcılık, ırkçılık vesaire eğitim sonucu ve yaşadığı çevresi ve kısaca toplumun ürünüdür.
İyilik ve kötülük tarihin derinliklerinde gizlidir.
Onları bireysel ve toplumsal hafıza küpüne depolayan da tarihtir. Ne yazık ki, yalnız tek kişinin değil, temelde toplumun en küçük yapı taşı olan aile başta olmak üzere kavimlerin, soyların, milletlerin ve halkların da hatıra havzası böyle oluşur.
İnsanoğlunun en üstün hünerlerinden biri, gerçek bir mücevher gibi olan anılardan, toplumsal hafızadan herkese ve tüm topluma yararlı nesneler çıkartmaktır.
Bizim analiz ve sentezimiz Bulgaristan ile Türkiye’dir
Bulgaristan’da değişen pek bir şey yok. Benim gençliğimde, kitapların resimlediği, radyoların anlattığı, gazetelerin yazdığı, tarih ve edebiyat hocaları tarafından bilmemiz istenen ne varsa bugün de az farkla yine aynıdır.
Her yıl, milli bayram, 3 Mart’ta “Şipka” tepesine çıkıp 20–30 fesli ve sarıklı askerlerin boynu kılıçla kesilir. Ruslara teşekkür edenler yeni sözler bulmakta zorlanırlar.
Biz, Türk olsak da, Bulgaristan Halkı Adına teşekkür edilirken, paketin içindeyiz.
Dedelerimizi kıyıp geçen Moskoflara aman ne iyi ettiniz de Osmanlıyı Plevne’de yendiniz, Osman Paşayı Şıpka’dan kovdunuz, Bulgar halkını sözüm ona “esaretten” kurtardınız diye sevinemeyiz. Kendini bilen, dedelerini öldüren katile hiç minnet duyar mı?
Bulgaristan’da kalan Türk ve Müslümanlar, tamamen çarpık ve iliklerine kadar Osmanlı Türk ve Müslümanlık düşmanlığı dolu bir ruhla oluşan Bulgar kimliği karşısında, hep ezici dışlayıcı işkenceci bir politika ile karşı karşıyayız.
Tıpkı tarih boyunca Müslümanlara uygulanan haçlı ablukaları gibi onlarda aynısını yaptı.
Diriltilen Bulgar ulusal kimliğinde asla yerimiz olmadığını anladığımızda Türklük bilinci yeşererek bünyemizde ve beynimizde filizlenmeliydi.
Bizlerden zorla koparılıp alınmış inanç ve ırkımıza dayalı kimlik bilincimizin yeniden hayat bulması uyandırılması Bulgar milli duygusunun kabarmasıdır. Bu serüven 142 yıldan beri devam eden “etki-tepki” şeklinde gelişen iki taraflı bir süreçtir.
Ana dil, din, kültür ve tarih ve perspektif olarak tamamen farklı olmamız ve birbirimizin içinde eriyerek bütünleşmemizin mümkün olmaması gerçeği, bu süreci pekiştirmiş ve ulus Bulgar devleti yapısının “çok kültürlü yapılanmayı kabul etmemesi”
(BULGARLARLA AYNI DİL, AYNI DİN ve AYNI KÜLTÜRE SAHİP OLMAK KAYDIYLA) nedeniyle kızışan çarpışan çekişmelerin kopma noktasına gelinmiştir.
Bulgaristan koşullarında “ümmet” kabuğu içinden Türk kimliğini bu şekilde ayırdılar. Aynı dönem ve topraklarda yapılan reformlar sayesinde ekilen yenileşme tohumlarının Türkler için herhangi bir ayrıcalığı olmadığından, Biz Bulgaristan Türklerinin Türk kimliğini meydana çıkaran milli uyanışımız Bulgarlardan 60 yıl geç olmuştur.
Bu nedenle biz yenilenme sürecinde, dönüşüm hamlelerinde taşıyıcı rol üstlenemedik, bizler icraata geçemeden hamasi sözlerle uyutulduk.
Kendimizi tanımlamak bir tarafa başkaları tarafından Bulgaristan Müslümanları, Bulgaristan Türkleri vsy. Olarak tanımlandık. Asla Müslüman –Türk ya da Türk-İslam medeniyeti mensupları olarak görülmek istenmedik.
Ne yazık ki,
Biz Bulgaristan Türkleri kilise avlusuna bırakılmış bir Müslüman çocuk olarak yetişmek zorunda kaldık. Ayinlere katılmasak da, ortak sofrada yemeyi kabul ettik. Çölde susuz kalanlar gibi ırmakların ortasında tarihimizden ve dinimizden gelen serap pınarlarıyla avunduk.
Tarih boyu mayalanıp oluşan Bulgar milli bilinç tohumunu “çatlamasında” iç faktörler kadar dış güçler de rol oynamıştır. Bu bilincin içine Osmanlı düşmanlığı zehrinin aşılanması 19. yüzyıl Batı ve Doğu burjuva aydınları bu ateşe odun atarak destek olmuşlardır.
Volter’den, Victor Yugo’dan Dostoyevski’ye kadar keskin kalemlerin hepsi birlik olup Boğazlardaki “hasta adamı öldürmek” istemiştirler. Yani Türklüğü yok etmek uğruna eylem birliği yapmışlardır.
Ters bir örnek vermek istiyorum.
Belki konu daha açık görülebilir: Klasiklerinden Karl Marks ile Fridrih Engels bile “Orient” ve Rus – Osmanlı Savaşı üstüne yazılarında, “bir saldırı savaşıdır”, “Rus İmparatoru 2. Aleksandır’ın kanlı istila savaşıdır” gerçeğinin altını kalın çizmişlerdir. Sosyalist bir ülkede eğitim alsak da biz bunları çok sonradan hakikatleri anlayabildik.
Bulgaristan’da yaşayanlar hala hakikati okuma veya işitme imkânı bulamıyordu. Çünkü baş tacı edilen bu iki dehaya ait toplu olarak 153 ciltlik eserden Bulgaristan’a hem de Bulgarca olarak 56cildi yayınlanarak Bulgar halkına sunulmuştur.
Oysa 153 ciltlik eserler Marks’ın “cennet” olarak tanımladığı Osmanlıyı öven yazılanın da yer aldığı 97 ciltlik eserler maalesef rafa kaldırılmıştır.
Yani tek tek ellerden geçmiş ve Bulgaristan’a girişleri yapılmamıştır 97 ciltlik eserler büyük bir sosyolojik bir katliama uğramıştır edebi olarak ta soykırımdır.
“Gerçekleri karartma” ile tarihi çarpıtan makinenin kapasitesi büyük, dişleri kocamandı.
Zavallı insanlarımızı çarpık, eksik ve yanlış bilgilendirme, gerçekleri öğrenme yolu tıkalı, korku ortamı toplumun bilgilenerek uyanışına büyük bir engeldir. Bizde de öyle olmuştur.
İnsan ve toplum gücünü geçmişinden, tarihinden alır.
Plevne yamaçlarında yükselen ve Tuna’dan görünen bir Osman Paşa, Şipka Doruğunca göklere uzanan bir Süleyman Paşa anıtı dikilemedi. Anıtlar taş ve beton yığını değil, tarihin sembolleri, şehitlerin ruhu ve tarihsel bütünlüğümüzün simgesidir. Mezarlıklarımızın sürülüp tarla yapılmasına göz yumamayız onlar bizim tapumuzdur.
Ancak,
Tarihi açıdan Bulgarlar millet olarak ilk Müslüman olan devlet olmalarından dolayı uzun yıllar boyunca zamanın süper gücü güçlü devleti Bizanslıların kahredici soykırıma varan savaş ve mücadeleleri ile karşı karşıya kalmışlardır.
Buna örnek olarak 29 Temmuz 1014’te Bulgar Çarı Samuil “Belasitsa” Savaşı’nda Bizans İmparatoru 2. Nikifor’a yenik düştü.
15 bin Bulgar esirden yüzde onu (1500 esir) tek gözü kör edildiler.
Kalan esirlerin hepsi iki gözleri kör edildiler.(13.500) kısacası esirlerin tamamı gözlerine mil çekilmek suretiyle işkenceye tabi tutuldular.
Saygın tarihçi ve arkeologlara buradan seslenmek istiyoruz. Yıllardır Ermeni sözde soykırımı ve safsatalarına ayırdığınız kıymetli zamanlarınızdan bir miktar da bu konuyla ilgili olarak çalışma yaparak zaman ayırmanızı özellikle rica ediyoruz.
Bu işkence ve soykırımların temelinde yatan görüş ve çalışmalar Hıristiyanlık ve Haçlı ruhuna hizmet içindir. Bu nedenle “Hıristiyanlığı kabul etmezseniz kaderiniz budur!” mesajı o günlere aittir. Bu işkence mağdurları esirleri Bulgar köylerine birer birer dağıtılar. Halkın ruhu ve iradesini böylelikle kırdılar. Maneviyat ve morallerini bozdular.
Bulgar halkına bu acı sanki azmış gibi, ruhu daha da oyuldu. Balkanlara ruhsal iyiliği seven “Tangra” Tanrısıyla gelmişlerdi. Canları pahasına dayatılan Tanrı, Baba ve Oğul imanı, din ve ibadet dillerini değiştirdi. Bulgarların Hıristiyanlığı gönüllü kabul ettiklerini yaza yaza yazar olan sözde misyoner bilim adamlarına bizim de sözümüz var….
Bulgarların Hıristiyanlığı kabul etmeleri ile birlikte üzerlerinde oynanan Hıristiyan mezhep çatışmalarından dolayı komşu devletler olan Rumlar ve Ruslar mezhepleri aynı olmasına rağmen Bulgarları kendi dillerine ibadet etmelerini kabul ettirerek asimile etme yolunu seçmişlerdir.
Oysa 1168’den, yani İkinci Bulgar Çarlığı’nın dirilmesinden – 1396’da Bulgarların Osmanlıya katılmasına ve Rum Papazları Bulgar kilise ve manastırlardan kovan 1872 Padişah Fermanına kadar, din özgürlüğü ve DOĞU ORTADOKSLUĞU OLUŞTURMA mücadelesini anlamak mümkün olamaz. Bu da gösteriyor ki bugünkü Bulgaristan’ın temelinde Osmanlı hoşgörüsü ve hümanist yaşama sevinci vardır.
Olaya böyle baktığımızda, Küçük Kaynarca’dan “93 harbine” kadar Rus İmparatorlarının Bulgarlar arasında neden din kışkırtıcılığı yaptığı da kolayca anlaşılmaktadır.
Eğer Bulgar halkının özünde Tangra’dan gelen iyilik kutsallaşmamış olsaydı; bu halkın Bizans’ta her gün yaşadığı bitmeyen ve din değiştirme zorbalığından kaynaklandığına inandığı eziyete şeytan çilesi demezlerdi, isyan edip BOGOMİL HAREKETİ – (Tanrısını sevenler hareketi) alevlendirmez ve yanmaya gönül vermezdi.
Bu olay 1000 yıl önceki Bulgar toplumu için ruhsal olanı belirleyendir. Buralara gelen dervişler doğanın felsefesinde sevgi ruhunu güneşle buluşturdu.
Böylece yeni bir Bulgar deyimi felsefesi doğdu:
“Benim iyi olmam önemli değil, onun kötü olması önemlidir.”
Bu anlayış monarşi zamanında yerleşti, totalitarizm döneminde katmerleşti ve toplumsal dayanışma, hoşgörü, iyi komşuluk vs. değerli erdemlere karşı savaş açarak onların kuyularını kazdı.
İyi başbakan da oldu o da Aleksandır Stanboliyski – Bulgaristan Çiftçi Partisinin lideri icratlarında ve programlarında. Türklerin ekonomik ve kültürel haklarını destekledi. Türk okullarına birçok yerde devlet ve belediye mülkünden toprak verdi. Takiben İlkokullardan başka liselerimizi açtık, gazetelerimizi çıkardık, büyük sayıda kitap bastık, radyo yayınlarımızı başlatmıştık, özenci sanat canlandı, tiyatrolarımız açıldı.
Bulgaristan’da günümüzde siyaset:
Bulgaristan devletinin demokratik yönetimle tanışarak halkını idare etmeye başladığı günden bu yana Bulgaristan’da sözde birtakım ilerlemeler ve özgürlük adına atılımlar olduğu söylenmektedir.
Ancak;
1990 yılından bu yana “Todor Jivkov ve Komunist rejimin ülke yönetiminden ayrılışı itibarı ile kurulan tüm sözde demokratik hükümetler ve demokrat olduklarını idda eden Cumhurbaşkanlarının icraatlarında ülkede yaşayan azınlıklar ve özellikle Türk ve Müslüman olan tebaaya karşı iyileştirici olarak hiçbir icraatın yeniliklerin yapılmadığı görülmüştür.
Hatta demokratikleşmeyle birlikte ülkede kurulan ve azınlıkları temsil eden sözde azınlıklarının haklarını savunan partiler ve liderleri de söz konusu zaman zarfında mensubu olduklarını idda ettikleri etnik grupların çıkarlarına hiçbir hizmet vermemişlerdir.
Bu çalışma ve icraatlar yaptığımız analizler sonucunda bundan önceki komünist rejimi aratır duruma sokmuştur.
Günümüz Bulgaristan’ında Bulgar halkı ve Bulgaristan vatandaşlarının yararına işleyen bir demokrasi maalesef yoktur.
Zira Bulgaristan’daki demokrasi havariliğine soyunmuş bir takım menfaatçi satılmış kendilerini aydın olarak gören siyasetçi ve yazarlar aydınların Bulgaristan ve Bulgar milleti dışında Rusçu, ABD’ci ya da AB ülkelerinin piyonları olarak onların ve kendilerinin çıkarlarına hizmet ettikleri ortadadır.
Bulgaristan halkının kurtuluş ve selameti olarak kendi kültürlerine ve bağlı oldukları soy kütüklerine saygılı, dürüst, devletinin menfaatini her türlü menfaat ve iradenin üzerinde gören gerçek Bulgar siyasetçisi ve devlet adamları ile gerçekleşecektir.
Bulgaristan siyasetinde azınlık gruplarının partilerin Lider ve vekillerinin kendi çıkarları doğrultusunda olmayıp temsil ettikleri tebanın çıkar ve doğurultusuna hizmet ederek Bulgar siyasetinde yer almaları, Bulgar partilerinin de Bulgaristan’da yaşayan her türlü azınlıklarla beraber tüm Bulgaristan vatandaşlarını kucaklayarak Bulgaristan’ın çıkarlarına hizmet eden her türlü sömürü ve usulsüzlüğe karşı cesaretle karşı koyan liderlere sayesinde olur.
Bulgaristan’da siyaset yaparak devleti yönetmeye çalışan tüm partilerin Rusya, ABD ve AB ülkelerinin peykinden çıkartılarak tamamının Bulgaristan’da yaşayan tüm halkları eşit görerek hepsine partilerinde hizmet fırsatı vermeleri ile mümkündür.
Aksi takdirde Bulgaristan’da parçalanıp yok olmuş diğer Avrupa ülkelerinin durumuna düşmesi kaçınılmazdır.
Son söz olarak Bulgaristan gününü kurtarıp ayakta kalabilmesi için çeşitli nedenler ile ülke dışına kaçırmış olduğu teknik ve bilgiye dayalı insan gücünü tekrar ikna ederek Bulgaristan’ın hizmetine sokmalıdır. Ziraat, tarım hayvancılık, sanayi, ticaret ve turizm alanlarında devletin sahip olduğu bakir alanlarında çalışma yaparak özellikle komşuları ile iyi ilişkilerde bulunulup onlarla işbirliğine gitmelidir.
ABD, Rusya, ve AB ülkeleri tarafından özellikle Siyaseten kaos ve kargaşa içerisine sokulan Bulgaristan devleti ve halkının geleceği söz konusu ülkeler tarafından bugünkü bölünüp parçalanmışlıktan kurtarılarak Bulgaristan halkının birlikteliği ve muasır medeniyetlere ulaşabilmesi için izleyeceği yol ve rotanın doğru ve dürüstlüklerinden şuphe duyulmayan Bulgaristan adına milli kişi ve kuruluşlar tarafından belirlenerek tek yürek halinde mücadele ile mümkündür. Bu da bize göre an itibarı ile Türkiye’de uygulanan ve dünya literatüründe Türk tipi Başkanlık sistemi adı ile anılan sisteme geçiş şeklinde oluşabilir inancındayız.
“BİRLİK VE BERABERLİK, ÖLÜMDEN BAŞKA HER DERDE ÇAREDİR” “BİRLİK DİRLİKTİR” Bu güzel Pazar sabahında vakit ayırıp bizlerle birlikte olmak zahmetinize katlandığınız için hepinize yürekten teşekkür ediyoruz,
Saygılarımızla, 13 KASIM 2022
Rafet ULUTÜRK
BULTÜRK
GENEL BAŞKANI