Her geçen gün değişen dünya şartlarına uyum sağlamak için insanlar kendilerini yetiştirmek ve geliştirmektedirler. Tarihin süzgecinden geçirerek bu gelişmeleri ve insan zekâsının tekâmülünü incelediğimizde karşımıza çıkan en önemli nokta “İnsanoğlunun gönüllü olarak yaptığı her işte, azmi ile her soruna çözüm bulduğu, kalbiyle inandığı her fikri fiili durumu sonuçlandırmakta elinden geleni yaptığı” gerçeğidir.
Günümüzde demokrasinin, sosyal adalet ve hür iradenin egemen olduğu cemiyetlerde, Sivil toplum kuruluşları’nin o toplumun dinamiğini meydana getirmeleri bu gerçeğin bir yansımasıdır. İnsanlar öz iradeleri ile yaptıkları her işte, karşılık beklemeksizin kendilerinden fedakârlık ederek imkânsızı mümkün kılarlar.
Tarihin her çağında bu en aşikar gerçektir.
Tarihe bu perspektiften bakıldığında, halkların hayatlarında var olagelen bütün olayların bir merkezi zihniyet etrafında cereyan ettiği görülür. Bu merkezi oluşum halkların kendi hayatlarını bir düzene koyarak topluluk olarak yaşamalarını sağlayan bir sistemin anlayışıdır ki, bu kaba tarif devlet zihniyetinin temelidir.
Devlet bir sistem olarak göz önüne alındığında bu sistemi harekete geçiren, eyleme dönüştüren en önemli parçasının sivil toplum kuruluşları olduğu görülmektedir. Bu Sivil toplum kuruluşları ayrıca, insanların fikri kuvvetlerini eyleme dönüştürdükleri platformlardır.
Dünya üzerindeki milletler yarışında, devletlerarası ilişkiler, halkların menfaatleri doğrultusunda oluşturulan politikalar ile düzenlenmektedir.
Bu politikalar süregelen dünya düzenini meydana getirirler.
İşte bu iki nokta birleştirildiğinde ortaya çıkan; “sivil toplum kuruluşları devletlerin gelecekleri üzerine kurdukları siyasetin gizli parçaları” olduğudur.
Toplum yararına çalışan derneklerin, cemiyetlerin, topluma, dolayısıyla halka düşman cemiyetlerden ayırt edilmesinde, devletlerin politikaları ve daha da önemlisi devlet yöneticilerinin özellikleri büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda, devlet politikalarının oluşturulmasında yöneticilerin kabiliyeti ve öngörüleri rol oynamaktadır.
Dünya tarihi incelendiğinde, görülecektir ki, her büyük hareket ve oluşumun temelinde, o çağın yöneticilerinin, halkın gücü ve isteği doğrultusunda karar vermeleri ve dağın arkasını görmeleri yani uzak görüşlü olmaları yatmaktadır.
Bu fikirler ışığında Türkiye’ye ve dünya konjektörüne bakıldığında hem üzücü hem de sevindirici bir politika anlayışı ile karşılaşılmaktadır.
Bizim Türk halkı son iki yüz yıldır her şeyi devletten bekleyen ve devleti, yönetici kadroyu her şeye kadir gören bir zihniyete sahiptir.
Fakat bunun yanında Türk Halkının en sevindirici özelliklerinden birisi de mecbur kaldığı zaman, elinden gelen her şeyi hiç kimseden bir şey ummadan yapmasıdır.
İşte Kurtuluş Savaşı ve Büyük Türkiye Cumhuriyeti bunun en güzel örneğidir.
Vatanımızın düşman işgalinden kurtuluşunda, halkımızın yerinin ne olduğuna baktığımızda karşımıza çıkan halkın yönetici kadrodan ümidini kesmesi sonrası meydana getirdiği gönüllü teşkilatlar çıkar. Bunlar devleti karşılıksız sevenlerdir.
Bizim Bulgaristan’da da 1984 yılında Bulgaristan’da yaşayan Türkler üzerinde uygulanan asimilasyon politikaları ve 1990 yılından sonra Bulgaristan’da uygulanan kültürel soykırıma karşı yürütülen mücadelede sivil toplum kuruluşların geniş çaplı faaliyetleri göze çarpmaktadır.
Bugün dünden farklı fikirlerimiz, farklı ideallerimiz oluşmuş durumdadır ve her şeyden önemlisi farklı koşullar altında geleceğe farklı bakmaktayız.
Değişen dünya şartlarına paralel olarak dış politikalarımız da değişmektedir.
Bir devletin kararlı ve prensiplerine bağlı dış politika anlayışının esnekliği ki, bu esneklik değişen dış politikalara karşı verilebilen tepki niteliğindedir, o devletin gücünü göstergelerinden biri anlamına da gelmektedir.
Bu esneklik sayesinde devletler içinde bulundukları duruma göre kararlar verebilir ve dünya sahnesinde daha çevik hareket edebilir.
Sivil Toplum Kuruluşları, devletlerin dinamikleri olarak bu çevikliğin ve politik manevraların en değerli parçalarındandır.