Tatilyoyo Seyahat Acentesi İle Dolu Dolu Bir Keşif ve Samimi Dostluklar

Geziler, insanın dünyaya açılan penceresidir. Profesyonel Bir Tur, Sıcak Bir Dostluk: Tatilyoyo Seyahat Acentesi ile Batı Karadeniz Macerası başladı;

Her yolculuk, bir yerden başka bir yere gitmekten çok daha fazlasıdır. Her adımda yeni bir hikaye yazılır, her durakta başka bir ders alınır. Biz de bu yolculukta sadece yeni yerler görmek için değil, bilgi edinmek, farklı kültürleri tanımak, geçmişin izlerini sürmek ve en önemlisi yeni dostluklar kurmak için yola çıktık.

Ancak kısa sürede fark ettik ki, bir gezinin değeri sadece güzergâhından veya manzarasından ibaret değildir; esas olan, yol arkadaşlıkları, paylaşılan anılar ve kalbimizde filizlenen duygulardır. Karadeniz-Varna turu, bu anlamda bizim için sadece bir seyahat değil, hayatımızda iz bırakacak unutulmaz bir deneyim oldu.

Yolculuğun Başlangıcı: İstanbul’dan Karadeniz’in Serin Sularına

Her şey, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin önünde, akşamın serin saatlerinde başladı. Şehrin kalabalığı ve gürültüsü arasında, içimizde biriken heyecan ve merakla otobüsümüzün gelmesini bekliyorduk. Otobüs durağa yanaştığında, Türkiye’nin dört bir yanından gelen yolcular birer birer toplanmaya başladı. Aramızda Kastamonu’dan katılan bir aile de vardı ki, onların sıcaklığı ve samimiyeti daha yolculuğun ilk dakikalarında ortamı ısıttı. Ayrıca Elazı’dan Genel cerah doktorumuzun katılımı. Onlarla tanışmak ve yol boyunca aynı duyguları paylaşmak, bu turu daha da anlamlı hale getirdi. Kimimiz eski dostlarla buluşmanın sevincini yaşarken, kimimiz yeni yüzlerle tanışmanın heyecanını hissediyorduk.

Ancak daha ilk dakikalardan itibaren anladık ki, bu yolculuk sonunda herkes birbirine bir adım daha yakın olacak ve yepyeni dostluklar kurulacaktı.

Tatilyoyo Seyahat Acentesi şirketinin sahibi Saygıdeğer Murat GÜLCAN kardeşimiz, otobüse adımını attığı anda yüzündeki içten gülümseme ve sıcak tavırlarıyla hepimize güven verdi.

Onun enerjisi ve samimiyeti, yolculuğun güzel geçeceğine dair içimizde bir huzur oluşturdu. O an hepimiz hissettik ki bu tur, sıradan bir seyahatten çok daha fazlası olacak; keşiflerle dolu, bilgiyle yoğrulmuş ve dostluklarla taçlanmış bir yolculuk…

Otobüs hareket ettiğinde, yolculuğun ruhu da yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Pencereden dışarı bakıp İstanbul’un hızla geride kalışını izlerken, şehir hayatının karmaşasından uzaklaşmanın huzurunu hissettik. Kimimiz manzaraya dalarken, kimimiz koyu sohbetlere daldı.

Turun mimarlarından Ergül Hanım ise herkesle tek tek ilgileniyor, yolcular arasında bir bağ kurulmasına öncülük ediyordu. Onun enerjisi ve samimiyeti, bu yolculuğu daha başlamadan özel kılmaya yetti.

Sınır Kapısında: Bekleyiş ve Yeni Bir Ülkeye Adım

Gece ilerledikçe Bulgaristan sınır kapısına ulaştık. Pasaport kontrolü sırasında otobüste bir sessizlik hâkim oldu. Sınırdan geçiş her zaman bir miktar heyecan ve belirsizlik taşır; yeni bir ülkeye adım atmanın coşkusu kadar, farklı bir kültürle tanışmanın merakı da içimizi kapladı. Pasaportlarımız mühürlenirken içimizdeki kıpırtılar coşkuya dönüştü. Bulgaristan topraklarına adım attığımızda yolculuğun yorgunluğu yavaş yavaş hissedilir oldu, ancak tam da bu noktada bize Burgaz‘dan katılan rehberimiz Zulfiye Hanım devreye girdi.

Zulfiye Hanım’ın anlatımlarıyla, sıradan bir yolculuktan çıkıp tarihin derinliklerine doğru bir keşfe başladık. Onun bilgi dolu rehberliğiyle geçtiğimiz yollar, gördüğümüz yapılar artık yalnızca birer manzara değil, adeta canlı birer tarih sayfasıydı. Her bir taşın, her bir sokağın ardında bir hikaye vardı ve Zulfiye Hanım bu hikayeleri öyle bir ustalıkla anlattı ki, adeta zamanda yolculuğa çıkmış gibi hissettik.

Varna’ya Doğru: 1444 Varna Muharebesi’nin İzleri

Varna’ya yaklaşırken, 1444 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile Haçlı orduları arasında gerçekleşen Varna Muharebesi‘nin yapıldığı alanlardan geçtik. Burada bu tarihi savaşın ne kadar önemli olduğunu daha iyi kavradık. O dönemin askerlerinin ayak seslerini, kılıçların çarpışmasını ve savaş meydanındaki yankıları adeta kulaklarımızda hissettik.

Bu topraklara baktıkça, buranın sadece bir savaş alanı değil, aynı zamanda tarihin nefes aldığı bir coğrafya olduğunu anladık. Varna Muharebesi, yalnızca bir zafer ya da yenilgiden ibaret değildi; bu topraklar, farklı kültürlerin ve inançların buluştuğu, tarihin şekillendiği yerlerdi.

Varna ve Balçık: İnançların ve Kültürlerin Buluştuğu Nokta

Varna’ya vardığımızda, ilk durağımız şehrin tarihi ve kültürel mirasının en önemli yapılarından biri olan Varna Katedrali oldu. Rehberimiz Zulfiye Hanım, katedralin tarihini ve mimarisini anlatırken, buranın yalnızca taş ve duvarlardan ibaret bir yapı olmadığını, aynı zamanda bu toprakların ruhunu yansıtan bir anıt olduğunu bizlere hissettirdi. Kilisenin serin ve sessiz atmosferinde dolaşırken, yüzyıllardır burada dua eden insanların izlerini adeta duvarlarda ve vitraylarda hissettik.

Varna Katedrali, Bulgaristan’ın göz alıcı sahil kenti Varna’nın kalbinde yer alıyor ve sadece dini bir yapı olmanın ötesinde, tarih ve mimarlık açısından da derin bir zenginlik sunuyor. 19. yüzyılın sonlarında inşa edilen bu görkemli yapı, Doğu ve Batı mimarisinin eşsiz bir sentezini barındırıyor. Her köşesi, dikkatli bir gözle bakıldığında farklı bir detay, farklı bir hikaye sunuyor.

Katedralin inşası, 1879 yılında Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazandığı döneme denk geliyor. Bu tarih, Bulgar halkı için yalnızca bir dini yapının yükselmesini değil, aynı zamanda ulusal kimliğin ve bağımsızlık ruhunun da simgesel bir ifadesini temsil ediyor.
1901 yılında eklenen çan kulesi ise, zaman içinde Varna’nın en tanınmış sembollerinden biri haline gelmiş. Kule, kentin dört bir yanından görülebilen ihtişamlı yapısıyla, hem dini hem de kültürel bir odak noktası olmuş.

Katedralin içindeki ikonalar ve freskler, Bulgar Ortodoks geleneğinin zenginliğini ve derinliğini yansıtırken, dış cephedeki detaylar ve mimari süslemeler, Bizans etkilerinin yanında Avrupa’nın farklı sanat akımlarının izlerini de taşıyor. Bu birleşim, Varna Katedrali’ni sadece Bulgaristan için değil, tüm Balkanlar için önemli bir kültürel miras haline getiriyor.

Varna Katedrali’nde geçirdiğimiz vakit, yalnızca mimari bir keşif değil, aynı zamanda tarihle iç içe bir yolculuk oldu. Buradan ayrılırken, bu kutsal yapının taşıdığı anlamları ve tarihsel önemini kalbimizde hissederek bir sonraki durağımız olan Balçık‘a doğru yola çıktık.

Varna’da İnancın İzleri: Hacı Şaban Camii ve Çok Kültürlü Miras

Varna’daki kültürel yolculuğumuzun bir sonraki durağı, bölgedeki tarihi ve manevi öneme sahip Hacı Şaban Camii oldu. Caminin avlusuna adım attığımızda, Balkanlar’ın farklı inançlara ve kültürlere nasıl ev sahipliği yaptığını gözlerimizle görmek, bizler için büyüleyici bir deneyim oldu. Rehberimiz Zulfiye Hanım, caminin sadece bir ibadethane değil, aynı zamanda bu coğrafyanın derin çok kültürlü ruhunu yansıtan bir sembol olduğunu anlattı.

Caminin minaresinden yükselen ezan sesi ile çevredeki kiliselerden gelen çan sesleri, adeta bir uyum içinde şehrin sokaklarına yayılıyordu. Bu sesler, farklı inançların bir arada var olduğu ve hoşgörünün zamanla kök saldığı Varna‘nın tarihine ışık tutuyordu. Camii avlusunda yürürken, bu toprakların yüzyıllardır taşıdığı barış ve kardeşlik atmosferini derinlemesine hissettik.

Evliya Çelebi’nin Tanıklığı ve Varna’nın Osmanlı Dönemi

Varna, Osmanlı döneminde önemli bir kültürel ve dini merkezdi. 17. yüzyılda ünlü seyyah Evliya Çelebi, Balkanlar’a yaptığı seyahat esnasında Varna’ya da uğrayarak şehirde 41 cami ve mescit bulunduğunu kaydetmiştir. Ancak ne yazık ki, birbirini izleyen savaşlar ve özellikle Rus-Türk Savaşı sonrası şehirdeki pek çok İslam eseri zarar görmüş, yakılıp yıkılmıştır.

Tüm bu yıkımlara rağmen, Osmanlı’nın Varna üzerindeki hâkimiyetinin son dönemlerinde şehirde hala 20 dolayında cami aktif bir şekilde ibadete açıktı. Bu camiler, şehrin Türk-İslam kültürel mirasının önemli birer temsilcisi olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Varna’daki camilerin bazıları şunlardır:

  • Abdurrahman Efendi Camii
  • Ahmed Paşa Camii
  • Çavuşzâde Camii
  • Osman Paşa Camii
  • Kavaklı Camii
  • Kale Camii
  • Hacı Ali Camii
  • Teşvikiye Camii
  • Küçük Hoca Mescidi
  • Hayriye Camii
  • Tekke Camii
  • Subhşâh Hâtun Camii
  • Aziziye Camii

Aziziye Camii: Osmanlı’dan Günümüze Bir Miras

Bu camiler arasında özellikle dikkat çekenlerden biri, Aziziye Camii‘dir. 1876 yılında inşa edilen bu camii, Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılmış ve kısa süre sonra Sultan, şehre yaptığı ziyarette camiyi bizzat ziyaret etmiştir. Aziziye Camii, bugün hala beş vakit namaza açık olup, Cuma namazları da burada kılınmaktadır.

Varna’daki Müslüman topluluğunun merkezi olan cami, aynı zamanda Varna Bölge Müftülüğü’ne de ev sahipliği yapmaktadır. Müftülük binası, şehrin merkezi konumundaki Büyük Pazaryeri yakınında, Angel Georgiev Sokağı 25 numarada bulunmaktadır. Bu yapı, hem dini hem de kültürel bir merkez olarak şehrin Müslüman topluluğuna hizmet vermeye devam etmektedir.

Varna’da İnançların Kesiştiği Nokta

Varna’daki camiler ve kiliseler, yalnızca farklı dini yapıların varlığıyla değil, aynı zamanda bir arada yaşama kültürünün güçlü birer sembolü olarak dikkat çekiyor. Caminin avlusundan yükselen ezan sesi ile kiliselerden gelen çan seslerinin bir arada yankılanması, bu toprakların geçmişten bugüne taşıdığı hoşgörü mirasının en somut göstergelerinden biri.

Varna’daki bu dini ve kültürel keşif, bizlere sadece bir şehrin tarihiyle değil, aynı zamanda insanların bir arada nasıl yaşayabileceğiyle ilgili de derin bir farkındalık kazandırdı. Zulfiye Hanım’ın rehberliğinde keşfettiğimiz bu manevi duraklar, yolculuğumuzun unutulmaz anılarından biri olarak hafızalarımızda yer etti.

Balçık: Karadeniz’in Sessiz Şahitliği ve Kraliçe Marie’nin Sarayı

Varna’daki keşiflerimizin ardından bir sonraki durağımız, Karadeniz’in kıyısında yer alan huzur dolu kasaba Balçık oldu. Karadeniz’in dalgalarının kıyıya nazikçe vurduğu bu küçük kasaba, tarih ve doğanın iç içe geçtiği, büyüleyici bir atmosfere sahipti. Balçık, yalnızca doğal güzellikleriyle değil, aynı zamanda kültürel mirasıyla da bizleri derinden etkiledi.

Balçık’ta ziyaret ettiğimiz en önemli yerlerden biri, Romanya Kraliçesi Marie’nin Sarayı oldu. Bu saray, sadece mimari açıdan değil, taşıdığı tarihsel ve duygusal değerlerle de büyüleyici bir yapıya sahipti.

Kraliçe Marie’nin “Tenha Yuva” Adını Verdiği Saray

Balçık’taki Saray Mimari ve Park Kompleksi, Romanya Kraliçesi Marie’nin (1875-1938) ikametgahı olarak inşa edilmiştir. Kraliçe, buraya “Tenha Yuva” adını vermiştir. 1921 yılında, oğlu Prens Nikolay eşliğinde Balçık’a yaptığı ilk ziyaret sırasında, kasabanın körfezinin güzelliği karşısında adeta büyülenmiş ve bu sakin kıyı kasabasını kendisine bir sığınak olarak seçmiştir. Kraliçe Marie, doğanın huzur veren atmosferine o kadar hayran kalmıştır ki, 1924 yılında konutunun inşaatı başlamış ve kısa süre içinde bu zarif saray tamamlanmıştır.

Saray, Kraliçe Marie’nin ruhunu ve sanat sevgisini yansıtan eşsiz bir mimariye sahiptir. Kraliçe, farklı kültürlere olan ilgisini burada sergilemekten çekinmemiş, sarayın her köşesine Doğu ve Batı’nın estetik anlayışını harmanlayarak yerleştirmiştir.

Doğu ile Batı’nın Harmanı: Mimari ve Estetik

Saray kompleksi, Akdeniz tarzı taş yapılarla Karadeniz’in hırçın ama huzur verici doğasını bir araya getiren özgün bir mimari tasarıma sahiptir. Kraliçe Marie’nin hayal gücü ve sanat tutkusu, sarayın her köşesinde hissedilmektedir. Doğu‘nun egzotik unsurları ile Batı‘nın klasik estetik anlayışı bir araya gelerek sarayda benzersiz bir atmosfer oluşturmuştur. Bahçelerinde gezerken, İtalyan teraslarından Osmanlı tarzı çeşmelere, Ortodoks ikonalarından İslami motiflere kadar geniş bir kültürel çeşitlilik göze çarpmaktadır.

Rehberimiz Zulfiye Hanım, Kraliçe Marie’nin yaşamı ve Balçık’taki yıllarını anlatırken, özellikle Kraliçe’nin bir Türk gence duyduğu aşkı dile getirdi. Bu aşk hikayesi, sarayın duvarlarında hala hissedilen tutku ve sevginin bir parçası haline gelmişti. Sarayın taş duvarları arasında dolaşırken, yalnızca bir tarihi yapının içinde değil, aynı zamanda bir aşkın ve kültürel birleşimin de izlerinde yürüdüğümüzü hissettik.

Tarihsel Arka Plan: Balçık’ın Romanya Dönemi ve Bulgaristan’a Dönüşü

Balçık’ın tarihi, sarayın ötesinde de zengin bir geçmişe sahiptir. II. Balkan Savaşı‘nın ardından Bulgaristan, Balçık’ı kaybetmiş ve bölge Romanya yönetimi altına girmiştir. Romanya’nın Balçık’taki hakimiyeti 1940 yılına kadar sürmüştür. Bu süreçte, Kraliçe Marie’nin sarayı da Romanya’nın kültürel ve politik sembollerinden biri haline gelmiştir.

Ancak, Craiova Antlaşması ile Romanya burayı terk etmek zorunda kalmış ve Balçık yeniden Bulgaristan’ın idaresine geçmiştir. Bu geçiş, sadece bir yönetim değişikliğinden ibaret olmayıp, bölgenin kültürel yapısında da derin izler bırakmıştır. Balçık, Bulgaristan’a döndükten sonra da çok kültürlü yapısını korumaya devam etmiş ve bugün, Romanya döneminden kalan mimari yapılar ve tarihî anıtlarla zenginleşmiş bir kasaba olarak ziyaretçilerini ağırlamaktadır.

Balçık’ta Doğa ve Tarihle İç İçe Bir Yürüyüş

Balçık Sarayı’nı ve çevresindeki parkları gezerken, Karadeniz’in tuzlu esintisi yüzümüze vuruyor, sarayın bahçelerinde dolaşırken tarihin sessiz fısıltılarını duyabiliyorduk. Kraliçe Marie’nin burada geçirdiği yıllar boyunca yazdığı günlükler ve bıraktığı sanat eserleri, onun Balçık’a duyduğu derin bağlılığı gösteriyor.

Bahçelerde dolaşırken Nazım Hikmet’in şiirleri aklımıza geldi. Zulfiye Hanım’ın okuduğu dizeler, Karadeniz’in dalga sesleriyle birleşince, zaman adeta durdu. Bu sakin kasaba, tarih boyunca aşkların, savaşların ve barışın izlerini taşımış ve bize yalnızca bir gezi değil, aynı zamanda geçmişle derin bir bağ kurma fırsatı sundu.

Balçık’taki bu durak, yolculuğumuzun sadece bir bölümü değil, aynı zamanda farklı kültürlerin, tarihlerin ve duyguların kesiştiği unutulmaz bir deneyim oldu. Buradan ayrılırken, hem Karadeniz’in huzur veren esintisini hem de sarayın duvarlarında yankılanan aşk hikayesini yanımızda götürdük.

Nazım Hikmet ve Karadeniz: Şiirle Dalgaların Buluşması

Balçık’taki Kraliçe Marie’nin Sarayı’nın bahçelerinde dolaşırken, Karadeniz’in tuzlu esintisi yüzümüze vuruyor, sarayın taş yolları arasında geçmişin izlerini takip ediyorduk. Bahçelerin bir köşesinde durup denize baktığımızda, Karadeniz’in dalgalarının kıyıya vururken çıkardığı sesler adeta bir şiir gibi kulağımıza fısıldıyordu. Tam bu anda rehberimiz Zulfiye Hanım, Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biri olan Nazım Hikmet’in dizelerini okumaya başladı.

Nazım’ın ünlü “Mehmed’im” şiiri, Karadeniz’in serin dalga sesleriyle birleştiğinde, zaman adeta durdu. Dalgaların ritmiyle şiirin mısraları birbirine karıştı; bir yanda denizin sonsuzluğu, diğer yanda bir şairin kaleminden dökülen kelimeler… Bu birleşim, bizleri yalnızca bir şairin dünyasına değil, aynı zamanda Karadeniz’in kadim ruhuna da taşıdı.

Özellikle Dobriç’ten geçerken Nazım’ın “Gemi” şiirini yazdığı yerleri görmek, onun ayak izlerini takip etmek, bizlere o dönemin yalnızlığını ve çaresizliğini bir nebze olsun hissettirdi.

Zulfiye Hanım’ın sesiyle hayat bulan “Mehmed’im” şiiri, bizleri yalnızca Nazım’ın kelimelerinde değil, kendi iç dünyamızda da bir yolculuğa çıkardı. Dalgaların kıyıya vurdukça tekrar eden sesi, bir anlamda Nazım’ın tekrar tekrar yankılanan dizeleri gibiydi. Sanki Karadeniz, onun şiirlerine ev sahipliği yapıyor, her dalga bir mısra gibi kıyıya vuruyordu.

Nazım’ın dizelerinde yalnızca bir şairin sözlerini değil, vatandan ayrı düşmenin çaresizliğini, özgürlüğün anlamını ve insanın yüreğine işleyen sızıları hissettik. O an, Karadeniz’in serin rüzgarında yalnızca Nazım’ın değil, hepimizin duyguları savruldu. Bir denizin kenarında, bir şairin dizelerinde kendimizi bulduk.

Bu anı, yolculuğumuzun en özel anlarından biri olarak hafızalarımıza kazıdık. Karadeniz’in dalgalarıyla Nazım Hikmet’in şiirleri arasında kurduğumuz bu bağ, yalnızca bir gezi anısı değil, aynı zamanda iç dünyamızda derin izler bırakan bir keşif oldu. Dönerken anladık ki, bazen bir şiir, bir denizin dalgası kadar güçlü ve bir rüzgarın esintisi kadar kalıcı olabiliyor.

Nazım Bulgaristan Sofya’ya 1951 yılında geliyor. Nazım Hikmet’in sürgün şiirleri içinde en duygusal olanlardan bazıları, Bulgaristan’ın Varna sahil kentinde yazdıklarıdır. 1957 yılının Mayıs ayı sonlarında, Münevver’in doğduğu ıhlamur kokulu Sofya üzerinden Varna’ya gelmiştir. Karadeniz’in kıyısında, vatanına duyduğu özlemi ve geride bıraktığı sevdiklerini düşünürken kaleme aldığı dizeler, onun ruhundaki hüznü ve özlemi tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer.

Varna sahillerinde bir vapurun geçişini izlerken yazdığı bu dizeler, Karadeniz’in dalgalarıyla adeta konuşur:

Bir vapur geçer Varna önünden,
Uy Karadeniz’in gümüş telleri,
Bir vapur geçer Boğaz’a doğru.
Nazım usulcacık okşar vapuru,
Yanar elleri…

Nazım, vapurun ardından bakarken yalnızca bir gemiyi değil, memleketini, özgürlüğünü ve geride bıraktığı oğlunu da hayal eder. Oğluna duyduğu özlem, Varna kıyılarında yankılanır:

Karşı yaka memleket,
Sesleniyorum Varna’dan,
İşitiyor musun?
Memet! Memet!

Nazım’ın dizelerinde, bir babanın özlemi, bir şairin çaresizliği ve bir insanın vatana duyduğu bağlılık aynı potada erir. Bu dizeleri Varna’nın kıyısında okurken, hepimiz bir anlığına o vapurun ardından bakan Nazım’ın gözlerinden dünyaya bakıyor gibiydik. Karadeniz’in serin rüzgarı, onun dizeleriyle içimize işledi ve bizlere, yalnızca bir şairin değil, bir insanın en saf duygularını hatırlattı.

Obzor’dan Nesebır’a: Yolculuğun Tatlı Sonu

Balçık’taki unutulmaz gezimizin ardından, Karadeniz’in kıyısındaki ünlü Altın Kum sahiline doğru yola çıktık. Akşam saatlerinde ulaştığımız Internatsional Otel, denizin hemen yanı başında, huzur dolu atmosferiyle bizleri karşıladı. Günün yorgunluğunu üzerimizden atarken, yolculuk boyunca kurduğumuz dostluklar daha da pekişti. Otelin geniş balkonlarından Karadeniz’in uçsuz bucaksız maviliğini izlerken, dalgaların kıyıya vuran ritmi adeta bir ninni gibi ruhumuzu dinlendirdi. Karadeniz’in dalga sesleri eşliğinde derin bir uykuya daldık ve sabah, güneşin ilk ışıklarıyla yeni bir keşif gününe heyecanla merhaba dedik.

Sabah kahvaltısında, yolculuğun getirdiği samimiyetle bir araya geldik. Masalarımız sohbetlerle şenlendi, yeni tanıştığımız arkadaşlarla artık sanki yıllardır birbirimizi tanıyor gibiydik. Gülüşmeler, paylaşılan anılar ve gelecekteki buluşma planları kahvaltının sıcak atmosferini daha da güzelleştirdi. Otelden ayrılıp otobüse bindiğimizde, artık sadece bir grup gezgin değil, birbirine sıkı sıkıya bağlı bir yol arkadaşlığı oluşturmuştuk.

Otelden ayrılarak Karadeniz kıyılarını takip eden büyüleyici bir güzergâhta ilerlemeye başladık. Obzor şehrinden geçerken, Karadeniz’in farklı yüzlerini izleme şansımız oldu. Denizin masmavi suları ve kıyıdaki yemyeşil doğa, adeta bize veda eder gibi manzara sundu. Yolculuğumuz Slinçev Bryag üzerinden devam etti ve nihayet Nesebır’a vardık.

Nesebır: Tarih ve Hediyeliklerle Dolu Bir Durak

Nesebır, Karadeniz’in en eski ve en büyüleyici kasabalarından biri. Bu küçük ada kasabası, daracık taş sokakları, tarihi dokusu ve her köşesinde saklı kalmış hikayeleriyle bizleri büyüledi. Kendimizi geçmişe açılan bir kapıdan geçer gibi hissettik. UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan bu kasaba, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, bu nedenle her taşında ve her sokağında farklı bir kültürün izlerini taşıyor.

Dar sokaklarda kayboldukça, tarihi dokunun etkisini derinden hissettik. Antik surlar, Bizans döneminden kalma kiliseler ve geleneksel Bulgar mimarisine sahip evler arasında yürürken, zamanda yolculuk yapıyormuşuz gibi hissettik. Nesebır’ın sahil kenarındaki kafelerinde oturup Karadeniz’in manzarasına karşı kahvelerimizi yudumlamak, gezimizin en keyifli anılarından biri oldu.

Tabii ki Nesebır’ın rengârenk dükkânlarında alışveriş yapmayı da ihmal etmedik. Herkes bir şeyler alma telaşındaydı; kimimiz sevdiklerimize küçük hediyeler ararken, kimimiz bu güzel yolculuğun anısını yaşatacak hatıralar topluyorduk. El yapımı seramikler, yerel tekstil ürünleri ve Karadeniz’in simgesi olan minyatür gemiler, çantalarımızı süsleyen hediyelikler arasında yer aldı.

Kaufland ve Vedalaşma Zamanı

Nesebır’daki keşfimizin ardından, yolculuğumuzun son durağı olan Kaufland mağazasına uğradık. Burası, Bulgaristan’a özgü lezzetleri ve ürünleri bulabileceğimiz geniş bir alışveriş noktasıydı. Herkes, sevdiklerine götürmek için peynirlerden tatlılara, çikolatalardan yerel içeceklere kadar birçok ürünü sepetlerine doldurdu. Kahkahalar ve heyecan dolu sohbetler arasında alışverişimizi tamamlarken, yolculuğumuzun da yavaş yavaş sona yaklaştığını hissetmeye başladık.

Alışverişin ardından, rehberimiz Zulfiye Hanım’a veda etme zamanı geldi. Yolculuğumuz boyunca bizlere sadece rehberlik etmekle kalmayıp, her durağı anlamlı kılan anlatımları ve içtenliğiyle gezimizi zenginleştiren Zulfiye Hanım’a teşekkürlerimizi sunduk. Onun bilgeliği ve sıcak rehberliği olmasaydı, gördüğümüz yerler yalnızca birer manzara olarak kalırdı. Vedalaşırken gözlerimizde hafif bir hüzün, ama kalplerimizde büyük bir minnettarlık vardı.

Otobüse bindiğimizde, herkesin çantaları Bulgaristan’a özgü ürünlerle dolmuştu ama asıl dolan, kalplerimizde biriken anılar ve yol boyunca kurulan dostluklardı. Otobüste kahkahalar yükseldi, yolculuk boyunca yaşanan komik anılar tekrar hatırlandı ve yeni planlar yapılmaya başlandı.

Dönüş Yolu: Anılarla Dolu Bir Veda

Dönüş yoluna geçtiğimizde, Karadeniz’in manzarası artık bir veda havası taşıyordu. Ancak bu yolculuk, yalnızca yeni yerler görüp keşfetmekle kalmadı; aynı zamanda dostluklar kurduk, anılar biriktirdik ve farklı kültürleri tanıyarak kendimize yeni pencereler açtık. Bu gezi, yalnızca bir tur değil, hayatımızın bir parçası haline gelen unutulmaz bir deneyim oldu.

Obzor’dan Nesebır’a uzanan bu yolculuk, bizlere sadece tarih ve doğa ile iç içe olmanın ötesinde, birlikte olmanın ve paylaşmanın güzelliğini de hatırlattı. Dönüş yolunda herkesin yüzünde bir tebessüm, yüreğinde ise Karadeniz’in serin esintisi ve Nazım Hikmet’in dizeleri yankılanıyordu.,

Bu yolculuk, bize sadece yeni yerler göstermedi; aynı zamanda yeni dostluklar, unutulmaz anılar ve içimizi ısıtan samimi paylaşımlar da kazandırdı.

Özellikle Kastamonu’dan ve Elazı’dan katılan dost ailelerimize sıcaklıkları ve içtenlikleri için ayrıca teşekkür etmek isterim. Yol boyunca gösterdikleri samimiyet ve paylaştıkları güzel anılar, bu turun en değerli parçalarından biri oldu. Onlarla kurduğumuz bağ, bu yolculuğu sadece bir seyahat olmaktan çıkarıp hayat boyu sürecek dostluklara dönüştürdü.

Bu tür organizasyonların, keşiflerin ve dostlukların devam etmesi dileğiyle…
Önümüzdeki Mayıs ayında Gül Festivali’nde tekrar bir araya gelmek umuduyla!

Sağlıcakla kalın, yeni yollar, yeni keşiflerde görüşmek dileğiyle!

Bir sonraki macerada, belki Mayıs ayındaki Gül Festivali’nde tekrar bir araya gelmek dileğiyle, bu güzel yolculuğa veda ettik. Ancak biliyoruz ki, bu anılar ve kurulan dostluklar hep bizimle olacak.

Hoşça kal Karadeniz, hoşça kal Varna ve Balçık!
Yeni rotalarda buluşmak üzere!

____________________________________________________________

Karadeniz’den Varna’ya: Yolun Şiiri

Yola çıktık İstanbul’dan, akşam serinliğinde,
Kaldı geride şehir, kaldı gürültü, kargaşa,
Yüzlerde umut, yüreklerde keşif ateşi,
Bir yolculuk başladı, dostlukla harmanlanan.

Otobüs durağa yanaştı sessizce,
Murat kardeşimizin yüzünde içten bir tebessüm,
Tatilyoyo’nun rehberliğinde, yollar bizim,
Her adımda bir tarih, her molada bir anı.

Ergül Hanım’ın sıcak sesi dolaştı aramızda,
Birlik ve beraberlik, yol boyunca yanımızda,
Her yüz tanıdık, her bakış dostane,
Bu yolculuk bir gezi değil, kalbe dokunan bir hikaye.

Sınır kapısında sessiz bir bekleyiş,
Pasaportlar mühürlendi, umutlar yeşerdi,
Bulgaristan topraklarına adım attığımızda,
Zulfiye Hanım tarihle buluşturdu bizleri.

Varna’nın serin rüzgarında savaşın izleri,
1444’ün yankısı, bir başka dünyanın sesi,
Kilisenin taş duvarlarında dualar,
Caminin minaresinde ezanlar yankılanır.

Balçık’ın kıyısında Kraliçe Marie’nin sarayı,
Doğu’yla Batı’nın aşkı, denizin ortasında,
Nazım’ın dizeleriyle dalgalar yarışırken,
Mehmed’im şiirinde bulduk vatan hasretini.

Ve aramızda en küçük neşe kaynağımız,
Aliosman’ın kahkahası yankılandı yol boyunca,
Minik adımlarında koca bir mutluluk,
Hepimize kattığı enerji, unutulmaz bir anı.

Nesebır’da hediyelikler, anılarla dolu torbalar,
Kaufland’da son alışveriş, dönüş yoluna hazırlık,
Ama en değerlisi çantalarda değil,
Kalplerimizde saklı, bu yolculuğun bıraktığı iz.

Teşekkürler Murat kardeşimize, bu güzel organizasyon için,
Ergül Hanım’a, emek ve sevgiyle dolu katkıları için,
Ve Kastamonu’dan katılan o sıcak aileye,
Yolumuz kesişti, dostluğumuz baki.

Bir sonraki durakta, belki Gül Festivali’nde,
Yeniden buluşmak dileğiyle,
Karadeniz’in serin esintisi yüzümüzde,
Dalgaların fısıltısı kalbimizde.

_____________________________________________

Varna’dan Dönüş: Dalgaların Ardından

Yol aldık Varna’nın serin kıyısından,
Dalgaların fısıltısı kaldı ardımızda,
Bir şehirden değil, anılardan dönerken,
Kalbimizde dostluk, gözümüzde manzara.

Gecenin karanlığında otobüs ilerlerken,
Her koltukta bir hikaye, bir tebessüm gizli,
Murat kardeşimizin rehberliğinde yollar kısa,
Ergül Hanım’ın emeğiyle dostluklar derin
.

Burgaz’ın ışıkları geride kalırken,
Zulfiye Hanım’a veda ettik hüzünle,
Tarih, onun sesiyle can buldu bizde,
Her anlatımında geçmişi yaşadık birlikte.

Aliosman’ın neşesi çınladı otobüste,
Minik elleriyle salladığı vedalar,
Gülüşüyle aydınlandı gecenin sessizliği,
Herkese kattı bir parça çocukluk sevinci.

Kaufland’da son alışveriş telaşı,
Çantalar doldu, ama en çok yürekler ağır,
Kastamonu’dan gelen dostlarla kurulan bağ,
Dönüş yolunu bile bir başlangıca çevirdi.

Sınır kapısına vardık, sessiz bir bekleyiş,
Ama içimizde yankılanıyor dalgaların sesi,
Her damla, her anı birer iz bıraktı bizde,
Karadeniz’in serinliği, Varna’nın hikayesi.

Şimdi dönerken İstanbul’a,
Gözlerimizde yeni dostlukların ışığı,
Mayıs’ta Gül Festivali’nde buluşmak ümidiyle,
Bu yolculuk bitmedi, kalbimizde devam ediyor hâlâ

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

five + 4 =