TÜRKAN BEBEK VE KİMLİK SORUNU

URAL EĞİTİM KÜŞTÜR VE STRATEJİK ARAŞTIRMA Derneği
Konferans Konuşmasından
Tarih: 25.12.2021

Değerli Başkanım Bülent MAŞAOĞLU’na bizleri bu gün daveti için teşekkür ederim.

Sevgili anneler, bacılarım, kız kardeşlerim. Sayın konuklar ve misafirler,

Size, derneğinize ve ailelerinize Başkanı olduğum Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) İstanbul / Bayrampaşa dernekçi yazar ekibimiz, arkadaşlarım ve derneğimizin üyesi olan soydaş bayanlarımızdan kucak dolusu, sağlık, başarı ve mutluluk dilekleri getirdim. Hedefimizde birlik, dünya görüşümüzü değiştirme, yeni irade ve fikir birliği, eylemde beraberlik, TÜRKİYE projelerinde buluşma dilekleri var.

Değerli kardeşlerim,

İstanbul, Bursa, İzmir ve Ankara – Trakya göçmenlerinin birlik ve beraberlik kurması, tek yumrukta birleşmesi, aynı atılımlarla yücelmesi ne kadar önemli ve değerli bir bilseniz.
Aslında biz böyle geleneklerinden geldik ve onları devam ettirerek yaşatıyor ve güçlendirmeye çalışıyoruz.
GÜÇ yalnız boğazdan gelmez bir de BİRLİK’ten gelir.

Bunu bildiğimiz için buradayız. Aynı dünya görüşünde fikir birliğinde buluşup kaynaşmamız için güçlü ve azimliyiz.

Hepinizin de bildiği gibi Bulgaristan’da 1984’ten beri yıl sonu BOCUK (NOEL) günleri Biz Bulgaristanlı Türkler ve soydaşlar için önemli tarihsel anma ve BULGARİSTAN TÜRK KİMLİĞİ DAVAMIZI yaşatma günleridir.

Biliyorsunuz her yılın Aralık ayında Kırcaali ilinin Ardino(Eğridere) Belediyesi Tosçalı Köyü’nde ışık yakıldı, ilk kalkışma burada başladı, isimlerimizin ve Türk – Müslüman kimliğimizin değiştirilmesine karşı 1984 Ayaklanmamızın ilk şehidi ise 17 aylık Türkan bebek oldu.

Bulgaristan’da totaliter baskıcı rejim tarafından Türklere yapılan zulümde annesinin kucağında 17 aylıkken vurularak hayatını kaybeden Türkan bebek 37. ölüm yıldönümündeyiz.

Bulgaristan Türklerine yapılan zulmün, vahşetin ve neredeyse bir katliamın sembol ismi haline gelen şehit Türkan bebeği rahmet, minnet ve şükranla yad ettiğimizi ve Türkan bebeğin aziz hatırasının önünde saygıyla eğiliyoruz.

Kısaca hikâyesi – Kızılağaç’ın (Kirkovo) Kayaloba, Kitna – Sütkesen köyü

Katledildiği vakit 17 aylıktı henüz. Ne Türklük biliyordu, ne Bulgarlık…

Ne milletten anlıyordu, ne milliyetçilikten…

Ne vatanseverlik duygusundan tatmıştı, ne de ihanet etmişti…

Kendisi kadar küçücüktü dünyası…

Doğduğu dağın havası, suyu, bağrı yanık annesinin gözyaşları gibi temizdi…

Evet, adını biliyordu. Türkan deyince, hemen kulak veriyor, şakıyarak pıtıl pıtıl çağırına varıyor, boynuna sarılıyordu. Emeklemeden yürümüş, kekelemeden anne, baba demişti. Süt gibi beyaz, tombul bir yüzü vardı. Henüz bitmiş saçları sarıya bakıyordu. Gözleri, annesininkilere çekmişti, çakır ve pırıl pırıl parlıyordu. Sağ olsaydı hani, 37 yaşında akıllı ve güzel olacaktı şimdi. Belki bir işletmenin öncüsü. Belki bir akademisyen olurdu.

Maalesef, on sekizinci ayı bile tamamlamamıştı!…

Ebeveynleri, protesto yürüyüşüne hazırlanıyorlardı. Türkan kıpırdamalarından işi anladı ve vardı nenesinin şalvarından yakaladı.

-Bunu ne yapacağız? diye sordu Fatma eşine. Baksana nasıl sarıldı bana.

-Götüreceğiz tabii, dedi Feyzullah dedesi de. Zaten bırakamayız ki. Mahallede kimse kalmıyor. Fatma, gitti dolaptan yün bir giysi aldı, acele sırtını giydirip Türkanı sırtladı. Kapıda amcasıyla karşılaştılar.

-Nereye kızım, diyerek sordu amcası minik yeğenini okşayarak.

Nereye götürüyorlar seni ?

-Kızı botuş, diye yanıtladı küçük Türkan kendi dilince.

Evet, “Kırmızı botuş alacağız sana” demişti ona ninesi.

Mahalleden indiler, Kayloba’lılara katıldılar. Kayloba (Mogilyane)

Türkan’ı kah annesi taşıyordu kah babası. Mogilane’ye yaklaşınca, ırkçılar belki çocuk ve kadın isyancılara dokunmazlar ümidi ile anasının sırtında kaldı. Kayloba’lılar, Mogilyane ve Kitna halkını gergin bir durumda buldular.

Bir yandan isyancılar birleşmeye, diğer yandan da milis ve iç müdahale askerleri, onların bu özenini engellemeye çalışıyorlardı. Çarpışma başladı, iki taraf bir birine girdi. Asker ve milis, eli boş insanları gaddarca dövüyordu.

Türkan’ın dedesi Feyzullah, duramadı, komşularının yardımına koştu, ama bir gurup asker ve milis onun üzerine de atılarak cop, tekme ve yumrukla vurmaya başladılar. Bunu gören ninesi Fatma, küçük Türkan sırtında “Bırakın kocamı katiller, biz Türk’üz, bize dokunmayın!” diyerek hemen sıçradı ve eşini kurtarmak üzere ileri atladı. Ve silahlar takırdadı, birden bire bir kaç kişi yere yuvarlandı. Fatma, hala ne olduğunu anlayamamış, eşini savunmaya çalışırken yandan biri:

– Kan, kan akıyor Fatma abla! diye bağırdı biri. Sizden akıyor. Fatma, panik bir şekilde bakındı, onda bir şey yoktu, hemen sırtından küçük kızını kucağına aldı ve ne görsün! Katil, kurşunlarını onun omuzu üzerinden sırtındaki küçük kızının tam alnına rastlamıştı, üstü başı kan içindeydi…

Zulüm döneminde çekilen tüm acıların sembolü olan minik şehidimiz Türkan, “Türkan Çeşmesi” anıtında yatıyor ve artık anılarımızda büyüyor.

“Ancak bu yaşananlar hiçbir millete zorla benliğinin unutturulamayacağını gösterdi. Buraya yapılan anıtın neyi temsil ettiği, gelecek nesiller tarafından iyi bilinmelidir”

Bu gün ise 17 aylık Türkan bebenin düştüğü yerde, anıtı, çeşmesi, anıt kompleksi başında ve Mestanlı merkezinde de Kahramanlarımızın aziz hatırasını yaşatan büyük anıt önünde anma törenleri düzenleniyor.

1984–1985 direnişlerimizde totaliter rejim asker ve baretleriyle çarpışmalarımızda 37 şehit verdik. 1984-1989 yılları arasında gece gündüz verdiğimiz kavgada 140 kardeşimiz şehit düştü. Şehitlerimiz arasında yine ilk çarpışmalarda kurşunlanarak öldürülen Ayşe Mollahasan, Nazife Osman, Asiye Deliosmanova, Fatme Şakirova ve Pembe Aşikova’yı saygıyla anarken, ruhlarına Fatiha ve yattıkları yer nur olsun, diyorum.

Hepinizim hatırlayacağı üzere 1985 yılında Bulgaristan Türkleri için açılan Tuna nehri ortasındaki Persin adası “Belene Ölüm” kampına dönüştürüldü ve oraya 517 kardeşimiz hapis edildi. Onların arasında da birçok öğretmen, hemşire ve Doktor Bulgaristan Türk kadını vardı. Yeri gelmişken önemle belirtmek istediğim bir isim “Belene” Ölüm Kalım savaşı kahramanı Mestanlı kasabasından öğretmen Hüsniye Necati’dir.

Hepinize hatırlatıyorum. Bütün, baskı, terör ve zulme karşın, işten atılmasına, Kırcaali polis müdürlüğü mahzenlerinde aylarca tutulmasına, yargılanmadan “Belene” Ölüm Kampına sürülmesine, orada özellikle 1985 kışının dondurucu soğunda çok sert işkence görmesine, Milisler öldü zannedip Derin Dondurucu Kamarasına atılıp, orada günlerce tutulup dondurulmasına rağmen, ölmüştür kağıdı çıkartılıp morga atılmasına karşın yaşayan, bizim Türk Kimliği Davamızı yaşatan, ismi, baba adı ve soyadı değiştirilemeyen tek ablamızdır. Morarmış etleri dökülmüş olsa da dayanmış ve Bulgaristan Türk kadınlarının, Türklüğümüzün, Müslümanlığımızın ve Türk Kimliği ile var olan ruhumuzun ve davamızın bayrağıdır. 1989’da o da Türkiye’ye geldi. Bursa’da hayata gözlerini yumdu. Ruhuna Fatiha.

Değerli büyüklerim. Biz Bulgaristan Türkleri bir anaerkil toplumuz.

Bu geleneğimiz devam ediyor. Bunu en anlaşılır bir şekilde şöyle anlatabilirim. Biz Bulgaristanlı Türk erkekleri köyde, kasabada, tarlada fabrikada, uzakta yakında nerede çalışırsak çalışsak paramızı aldık mı eve gidip eşimize veririz.

Bizim ailemizde belirleyici olan, davranış ayarını veren kadındır.

1984-1989 zulüm yıllarında 12 bin 500 Türk erkeği yargısız hapseden, süren, ıssız Bulgar köylerine göndererek totaliter rejim başı Todor Jivkov, erkeklere zulüm etmekle hiçbir sorunu çözemeyeceğini, Türk ailesinde Türklük ruhunu yaşatanın erkek olduğu kadar kadın da olduğunu, erkeklerin direniş saflarında birbirine kenetlendiği, Türk ruhundan güç ve kudret aldığı gibi,  kadınlarında ayaklanabileceğini ve tarih yazacağını düşünemedi, öngöremedi ve yenildi.

1989 Mayısında kadınların açlık grevleriyle başlayan ve Cebel, Koşukavak, Bohçalar, Prestoe, Ablanovo, Akkadınlar ve Kemaller’de aynı anda başlayan ve yarısı kadın olmak üzere 72 bin Bulgaristan Türkünün katıldığı BÜYÜK AYAKLANMA’da, ellerinde çapa kürekle başı çeken güç kadınlarımızdı.

Onlar devrim okulu görmemiş, ilhamı hayattan almışlardı.

Bulgar tankların üzerine çıktılar. Jandarma, polis, bereliler ve askerlerin yolunu kestiler. Silahlarını ellerinden aldılar. Bu 1909’da kurulan Üçüncü Bulgar devleti tarihinde en büyük Ayaklanmadır ve diktatör Todor Jivkov’un devrilmesiyle taçlanan büyük zaferimizdir.  Bugün Bulgar okullarında bu isim değiştirme faciasından, devlet teröründen, ayaklanmamızdan, zaferimizden ve ardınızdan Bulgar devletinin çöküşünden söz edilmiyor, ama inanın bana yakın zamanda tarih yazanlar değişecek.

Sofya Mahkemeleri isim değiştirme yıllarında sakat kalan, kötürüm olan kardeşlerimizin, “Belene” mağdurlarının, hapishanelerde veya sürgünde çürütülenlerin davalarına yıllarda beri bakmıyordu. Meclis onlar lehinde karar ve kanun çıkarmıyordu. Hükümet ve Cumhurbaşkanlığı ve sağır ve kör kalıyordu.  Davalar üzerinde Başsavcılık ve aramızdaki hainlerin ve adaletin üstün gelmesini, açılan davaların sonuçlanmasını engelleyen siyasi şemsiye vardı.

27 yıl sonra ilk defa Sofya Belediye Mahkemesinde yargıç Bayan Dayana Todorova bu şemsiyeyi kenara itti ve “Belene” ölüm kampında kendisine işkence yapılırken parmakları kesilen bir kardeşimizin davasını sonuçlandırırken mahkeme karara şunları yazdı: “1991 Yılından başlayarak Bulgaristan Müslümanlarının açtığı hak arama davaları üzerinde şemsiye açan ve adaletin sağlanmasını engelleyen Baş Savcılığı 100 000 leva cezalandırıyorum.”

Zehir küpü patladı. Kadınlarımızın motor olduğu hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi, Bulgaristan’da yaşayan Türklere ve tüm diğer etnik azınlıklara “kültürel otonomi” davamız devam ediyor ve edecektir. Bu şanlı davamızı 1989 Mayısında Mayıs Ayaklanmasıyla taçlandıran sizler, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük, insan hakları, sivil toplum örgütü, çok dilli, çok dinli, çok kültürlü, eşit haklı insanların yaşadığı adil devlet ve toplum hedeflerine doğru bugün de başarıyla yürütüyorsunuz.

Bir defa 1989 Ağustosunda “Büyük Göçle” Bulgaristan’da topluca sökülüp anavatanımıza akmamız, olayları kökten değiştirdi. Özlediğimiz Türk dünyası denizinde artık 32 yıldan beri yaşıyoruz. Bulgaristan’da Komünist rejim ve totaliter diktatör yıkıldı. Bulgaristan’ı terk edenlerin sayısı giderek arttı ve artık 3 milyon kişiyi buldu. Bunun anlamı şudur. Bulgar soyu, Bulgar kavmi azaldıkça azaldı, gençsiz kaldı ve nüfus ve kültür olarak kendisini yeniden üretemez duruma geldi. Bulgaristan 2004’te Türkiye’nin garantörlüğünde NATO’ya ve 2007’de Avrupa Birliğine girdi, fakat oraya modern kültür taşıyamıyor, uygarlığı sönmüş ve yeni bir şeyler yaratamayan, sofrasında sarmalar, dolmalar, turşular, sırtında aba potur, kuşak çadır, sırtında davul, ağzında kavalla–Biz Bulgar’ız diyor.

İşte böyle bir hamleyle, kapısı porta, yolu Arnavut kaldırımı, avlusunda çeşme, evi çardaklı, yorgan, döşek ve çullu bir ortamda 2018’de ilk 6 ay Avrupa Birliği Konseyi toplantılarına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.

Son aylarda Sofya merkezine Türk kahvecisi, baklava, su böreği, künefe sunan yerler açmışlar, İskender Kebabı pişiren Türk lokantaları ve dönerciler açmışlar. Bunların hepsi daha 14. asırda dedelerimizin oralara taşıdığı medeniyet nimetleridir.

Altı asır geçti, yeni olan ve beğenilen hiç bir şey icat edemediler.

Kısaca değindiğim medeniyetimizi kuşaktan kuşağa taşıyan siz bacılarımız, analarımız, gelinlerimizsiniz. Biz çekilince meydan boş kaldı. Bulgar biz yaparız dedi, baklava ağdasına kıvam vermeyi bilmediği için bezelerin arasına bal döktü. Ama olmadı yapamadı. Büyük bir kültürün, yaşayış tarzı ve ahlakın belkemiği ve motoru olan siz Bulgaristan Türk kadınlarını kutlarken, şu an gurur duyuyorum, sağ olun var olun.

Şimdi ben konuşmamı burada da noktalayabilirdim. Fakat izninizle Bulgaristanlı Türk Kadınının toplumdaki rolüyle ilgili birkaç hususa daha değinmek istiyorum. Biliyorsunuz,  Komünist rejimi deviren Büyük Ayaklanmamızdan sonra Bulgar devleti isimlerimizi ve din haklarımızı iade etti. Fakat bunlar bizim isteklerimizin bunlar sadece ve yalnızca ikisidir.

KENDİ RADYO TV’LERİMİZİ

Biz Türk dilinde okullarımızı, tiyatrolarımızı, sanat topluluklarımızı yeniden açmak, evde işte ve toplumda Türkçe konuşmak, anadilimizde anaokulu, ilk ve ortaokul, lise açmak istiyorduk, gazete, dergi ve kitap çıkarmak, anadilimizde kendi radyo ve kendi Televizyon yayınlarımız olmasını istiyorduk.

Bunları ne yazık ki henüz elde edemedik. Hatta seçim mitinglerinde Türkçe demeç vermemiz bile cezalandırılıyor, çember sıkıştırılmaya devam ederken, camilerde Türkçe konuşmayı yasaklanmaya çalışılıyor vs. Demokrasi beklerken faşistler iktidar ortaklığına tırmandı ve son nefes alırmış gibi,  azdıkça azıyorlar.

Bütün engelleri aşmamız siz anaların elindedir. 1989 Haziran’ında bizim haklı davamızı desteklemek için, Bulgar demokratik kamuoyu ve kadınları adına Paris’te toplanan İnsan Boyutları Konferansı (AGİT’de)  okunmak üzere bir BİLDİRİ götüren; bir yıl sonra 1990 Haziranındaki Büyük Millet Meclisi seçimlerinden sonra Demokratik Güçler Birliği’ni (CDC) adına Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçilen şaire Blaga Dimitrova,  kanın hayattaki rolünü anlatan “KADIN OLMAK” şiirini sanki sizin için yazmış ve şöyle diyor.

ŞİRLERDEN ÖRNEKLER

KADIN OLMAK

Kadın olmak bir acıdır.
Kız olduğunda, acır.
Sevgili olduğunda, acır.
Anne olduğunda, acır.

Fakat şu dünyada tahammül edilemeyen
Bir acı varsa,
O da, bu acıların her birini
Yaşamamış olmaktır.

Bu kısa şiiri seçmemin sebebi. Siz Bulgaristan Türk kadınlarının tüm acıları tatmış olmanızdır. Ama baş eğmeden, dimdik kalarak ve yarına adımlayarak… Yukarıdaki örnekler bunları doğruluyor.

“Kadının işi bitmez!” dir bu çile dizisinin özeti.
Ve şimdiki büyük ödeviniz şudur sevgili Bayanlar:

Bir çocuğun anadili, evde anasının öğrettiği dildir.

Köylerimizi terk ettik. Evlerimiz, köylerimiz, toprağımız yağmura değil, Türk sevgisine susamıştır. O topraklarda Türklüğümüzü yaşatan bizim burada genç kuşağı iyi birer Türk olarak yetiştirmemize bağlıdır. Bütün dereler dolar boşalır, dalgalar dökülür çekilir, kuşlar bile gidip gelir. İnsanlar da öyledir. Ben cennetin apartman dairesinde, yazlıkta ve arabada olduğuna inanmıyorum.

Bizim cennetimiz atalarımızın cennetinden başka bir yerde olamaz.

Bundan 6 asır önce Balkanlara taşan ve oraları vatan yapan Türkler yine taşacaktır. Büyük Türkiye büyük yuvasına taşacaktır. O akıncıları yetiştirme onları ruhlandırma ödevi siz analarındır. Biz vatan ettiğimiz topraklara dinimizi ve kültürümüzü, yaşam tarzımızı Türkçemizle taşıdık, bu açıdan anadilimizi her gün beslemek, geliştirmek ve en cömert bir şekilde öğrenme imkânı olmayanlara bahşetmek zorundayız.

BULGARİSTAN’DA OKULLARIMIZ VARDI. YENİ BİRŞEYLER İSTEMİYORUZ ESKİDE OLAN 1930 YILINDAKİ HAKLARIMIZI GERİ İSTİYORUZ…

Biz Bulgaristan’da alfabesi olan, 2700 okulu ve 2353 cami ve mescidi olan, 167 gazete ve dergi çıkarmış, kendi sözlü yaratıcılığına dayanarak yazılı edebiyatını yaratan bir halk topluluğuyuz. Bunu feda edemeyiz.

Biz kendi kültürü olan, mutfağında tarhanası, kapaması, böreği, yastığında nakış, başında yemene ve örtüsü olan bir kültüre sahibiz.

Hoşgörülü komşuluğumuz ve yardımlaşmamız dillere destandır.

Balkanlarda bu nitelikleri taşıyan başka bir millet yok. Her ana kahraman yetiştiremez. Bu vasıf sizde var. Her ana lider yetiştiremez Bu vasıf da var sizde. İşte Trakya kadınının doğurup eğittiği dünya lideri Mustafa Kemal Atatürk’tür.

TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ KURMUŞ VE BİR MİLYARDAN FAZLA MÜSLÜMAN’A İLHAM VE ÖRNEK OLMUŞ BİRİ

Şöyle bir düşünün 1919’da Türk Müslüman âlemi sömürgeleştirilmiş, bağımsızlığını yitirmiş, boynunda esaret zincirleri ve Trakyalı, bir annenin doğurduğu bir Mustafa, önce Çanakkale’de, ardından Sakarya boyunda, İzmir’de ve daha birçok cephede düşmanı ezip TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ KURMUŞ VE BİR MİLYARDAN FAZLA MÜSLÜMAN’A İLHAM VE ÖRNEK OLMUŞ. Bugün sizden istenen sanki çok önemsiz, çocuklarınıza Türkçenin en ağılasını öğretmek ve Bulgaristan’da anadilinden mahrum bırakılan kardeşlerine birer Türkçe kitapçık götürüp HEDİYE ETMEK. Evet yeni Ateşi yakan çalı çırpıdır sayın bayanlar. Hodri meydan…

21. yüzyıl yeni liderini sizlerden Türk Kadınlarını bekliyor.

Bunu doğuracak ve eğitecek olan ise siz Türk analarısınız.

“Türk kadını evlatlarıyla ancak Türkçe konuşur”

Bu bakıma biz burada İstanbul’dan “Türk kadını evlatlarıyla ancak Türkçe konuşur” – “Türk mutfağının dili Türkçedir” gibi hareketler başlatıp Bulgaristan’a taşımak ve bu eylemleri beslemek zorundayız.

Bu atılımlarımızda dün olduğu gibi bugün de devletimiz ardımızdadır. Bulgaristan’da lise bitiren her Türk çocuğu Türkiye devlet Üniversitelerine kaydını yaptırıp burslu okuyabilir. Sis kalkıyor. Yol açılıyor kardeşlerim.

Ben son yıllarda BULTÜRK ve BGSAM çerçevesinde, “bghaber.org” üzerinden yaptığımız günlük haber ve yorum, edebiyat eseri ve kültürel etkinlik yayınlarımızın paralelinde 2 kitap kaleme aldım. Gelirken ikisinden de örnekler getirdim ve toplantı sonrası dağıtacağım. Birincisi “50 yıllık mücadele” ve ikincisi de “Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi”.
Bu eserlerimde Bulgaristan Türk Kimliği yaratma, geliştirme ve Türk Dünyasına tanıtma çalışmalarımı ve BULTÜRK’ün forum, seminer, bilgi şöleni ve diğer etkinliklerini anlattım. Derneğimiz 2003’te kuruldu. Tüm çalışmalarımızı, yaratıcılığımızı BGSAM Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi tarafından 87 cilt halinde topladık ve basmaya hazırlanıyoruz.

Bu çalışmalarımız daha derin ve daha esaslı ve 1990’dan beri verdiğimiz sert kimliğimizi koruma davamıza da ışık tutuyor.

Biliyorsunuz bir polis ajanı olan ve artık Bulgar milliyetçilerine hizmetlerinden dolayı korumalı sarayda yaşatılanların kimliklerine de tam ışık tutuyor. Adına “soya dönüş süreci” denen zulmün özü de tam olarak bol açıklanmıştır.

Bulgar tarihi ve siyasi toplumsal görüşü kesikin eleştiri altına alınarak yenidünya görüşümüzün pencereleri ardına kadar açılmıştır. Yeni çıkan bu kitaba ilgi çok büyük…

Bizler Çağırdığınızda her zaman gelmeye hazırım. Ayrıca kitaplarımı tartışma toplantıları da düzenleyebiliriz.

Yaklaşan yeni yılınızı önceden kutlarken hepinize sağlıklı, mutlu ve huzurlu yıl getirmesini diler bir daha en iyi temennilerimi ve hepinize bol şans dileklerimi de sunuyorum.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim,

Saygılarımı sunarım, Sağ olun var olunuz,

Allaha emanet olunuz.

___________________________________________________

Türkan için yazılmış şiirler

SON NEFES
Davud İsmailov

 “İsmin” dediler
Dedi: “Türkan”,
“Hayır” dediler
Bulgaristan’da Türk yok!
Dedi: “Bilemediniz,

Burada Türk çok!
Atimzanı dediler.
İsmin Tanya olacak!
Dedi: Olmadı”

İsmim Türkan kalacak!
Bir darbe indi,
Bir daha başına arkadan
Serildi yerlere,

Söndü gözlerinde ışık.
Tür…kan diyebildi.
Kesildi ses.
Soğuk bir titreyişle
Uçup gitti son nefes.

_____________________________

TÜRK NURU

Yusuf Türkoğlu
Türkan’dı senin nurlu adın
Beyaz kan üstüne aktı kanın
Henüz küçük idin bir buçuk yaşın.

Dillere destan oldu nurlu adın.
Sarardı soldu gonca tenin
Al kanlara boyandı küçük bedenin
Gözlerden sel aktı cümle alemin

Böyle mi yazılmıştı senin kaderin?
Sen bir ışık misali hiç sönmeyeceksin
Cennet bahçesinde bir nur seli
Şehitler ordusunda bir melek oldun
Hak, eşitlik yolunda açıktır senin nurun!

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

nine − three =