Affetmek büyüklüğün şanındandır. Fakat bizim çektiğimiz çilelerin, zulümlerin affedilecek yanı yok. Ayaklanmalar, büyük medeniyetlerin tınısıdır. Dünyayı değiştiren olaylar, sosyal depremlerdir. Bir depremin artçıları olur. Bir büyük deprem olduğunda insanın ayaklarının altı hep titrer ve bu patlamaya neden olan zalim rejim yıkılsa, polis zulmü kesilse, gardiyanlar emekli olsa ya da bazıları tutuklanıp yargılansa bile, beş para etmez; deprem gören toprağın kalbi gibi isyan eden halkın ruhu da huzur bulmaz, hep uyanıktır, gözleri hep açık ve yüreği aslanlar gibi şahlanmıştır.
Cebel Ayaklanması, Bulgaristan Türklerinin böyle bir güçle baş kaldırdığı bir depremdir. İşte böyle bir olaydır 19 Mayıs günü her yıl kutladığımız Cebel Ayaklanması! Olay nasıl gelişmişti? Şehir mezarlığında, bir Türk’ü Bulgar adıyla, bir Müslüman’ı Hristiyan adetlerine göre gömdürmek isteyen belediye başkanının başına tabut kapağı geçirilmesiyle patlak vermişti. “Soya Dönüş”, isim değiştirme ve baskılara karşı ulusal direnişlerin ve büyük ayaklanmanın başladığı gün olarak anılıyor. Bir ulusal diriliş kıvılcımları, devlet gücünün söndüremediği boyutlara ulaştığında bütün Bulgaristan’ı alevler sardı. Cebel’den başlayarak Şumen’in Kus, Todor İkonomovo, Pristoe, Kliment köylerinde şehitler verdik, Deliorman ve Dobruca yürüdü. Tütün iğneleri silah oldu. Koca Balkan doruklarında, Gerlovo’da bayraklar dalgalandı. Karadeniz halkımızı alkışladı.
Yakın tarihimizde üç ayaklanma olmuştur. Ayaklanma, öyle emirle, tutuklamakla, kurşunlamakla durdurulabilecek bir şey değildir. Yeni Bulgar tarihinde 1918, 1923 ve 1989 Mayıs’ında olmak üzere üç büyük ayaklanma olmuştur. 1918 Ayaklanması Radomir yöresini, 1923 Kuzeybatı Bulgaristan’ı sarmışken 1989 Türk Ayaklanması bütün Bulgaristan’ı, Dobruca’dan Batı Rodoplara her köy ve kasabayı, Türkçe konuşan her haneyi, her bir ferdi sardı ve 10 Kasım 1989 günü, T. Jickov’un 37 yıllık totaliter, insan ve özellikle de Türk düşmanı iktidarına son verdi.
İsyancılar kurşunlara siper olurken Medü Doğan viski yudumluyordu. 19 Mayıs 1989’da Pazarcık hapishanesinde görünen ama aynı gün sabah saat 10’da kırmızı plakalı bir siyah “Volga” ile alınan ve Smolyan (Paşmaklı) Balkan’ındaki Sovyetler Birliği Sofya Büyükelçiliği dağ evinde özel misafir statüsünde ilgi gören Medü Doganov (Ahmet Doğan), o içki masasında ayaklanmanın “lideri” ilan edildi. Bu, Moskova’da düşünülen stratejik bir yalandı. Üç gün sonra Plovdiv’in “Krumovo” askeri havaalanından kalkan bir helikopterle, “VI. Şube“den ve “DS”den birkaç generalle birlikte keçi sakallı Medü da havalandı. Çapa, satır, orak, tırpan ve yamaları kaldırmış askere, zırhlı araçlara, tanklara, polise, totaliter rejime ve azınlıklara zulmeden Bulgar devletine karşı yürüyenleri gösterdiler ona ve “vazifen bunları ya memleketten kovmak ya da koyun sayasına kapatıp aç susuz ölümlerini beklemektir” dediler.
Karar yerde alınmış ama emir havada verilmişti. Kabul etmezse, hain olmayı reddederse helikopterden atılacak ve “şehit” olacaktı, ama olmadı. O, “ihanet çizgisince yürümeyi, halkın eziyetine tahammül etmeyi” kabul etti ve viskisini içmeye devam etti.
1989 Mayıs’ında Bulgaristan Türkleri devlet kapısından çekilmişti. Ne yapabileceklerini gösteriyorlardı. Devletin zulüm güçleri, onların içinden ne geçtiğiyle, dertleriyle, ne düşündükleriyle ilgilenmiyor; tüm dertleri ayaklanan halkın başına fes geçirip püskül sallatmaktı. Bu iş için en kimliksiz kişi, ömür boyu hainliği kabul eden Ahmet Doğan idi. Haklarının çiğnendiğini son 35 yılda da gören halk, devletten ve devletin atadığı “liderden” uzak durdu. Bugün artık “lider” ayı inine çekildi, tören, bayram, mevlit, adet, töre tanımıyor, kış uykusundan hala uyanamıyoruz. HÖH liderleri artık iyilikle kötülüğü birbirinden ayıramayacak duruma gelmiştir. Güçlü oldukları dönemden bir hatırlatma;
Halkımıza kan kusturan, yüzlerce şehit kurbanımızın abide ve anıt levhalarına çelenk ve çiçek koymaktan uzak duran HÖH meclis grubu ve olayı temsil eden Milletvekili Mithat Metin, 1989 “Büyük Göçü” ile vatandan kovulan, Bulgaristan ve Avrupa Birliği vatandaşlığını koruyan Türkiye’deki yüz binlerce soydaşımızın yaklaşan Cumhurbaşkanı ve erken genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkını kullanmasına, oy vermesine karşı olduklarını beyan etmişti. Hak ve Özgürlükler ismi ardına gizlenen bu parti, en doğal ve yasal insan haklarına, dünyanın her bir köşesinde her kişiye tanınan oy kullanma hakkımıza bile karşı çıkmakla, daha o zaman gerçek yüzünü göstermiş oldu.
Bugün de mecliste, Avrupa Birliği dışında bulunan vatandaşlarının seçimden önce 18 ay Bulgaristan’da kalanların da aday olma hakkı oylanırken, HÖH grubu çekimser kalmıştı. Nedenini açıklayan olmadı; zaten 35 yıldır hiçbir davranışları açıklanmıyordu.
19 Mayıs 1989 Cebel olayları insan hakları için bir ayaklanmadır ve 35 yıl sonra büyük bir yürek acısıyla şu tespiti yapmak zorundayız:
Kendini demokratik bir ülke olarak tanıtan Bulgaristan’da temel insan hakları, bu arada tüm vatandaşların eşit ve ellerinden alınmaz hakkı olan oy kullanma hakkı, halen ihlal edilmektedir.
Belirlenen o ihanet siyaseti, toplam bir milyon civarında kişinin toprağından sökülüp vatanından kovulmasına, çocuklarımızın ve torunlarımızın okulsuz, hastalarımızın ilaçsız, insanlarımızın ezansız ve kültürsüz kalmasına neden oldu. Cebel ayaklanması ise formaliteden her yıl anılıyor.
Bir tütüncü şehri olan Cebel, “Cebel Basma” tütünleriyle dünyaca ünlüdür ve üretim geleneklerini bugün de sürdürüyorlar. Haklı ve şanlı mücadelemizde ilk kurbanı verdiğimiz 24 Aralık 1984’ten başlayan mücadele ruhumuza ilham veren, bilinen ve sevilen öğretmen Avni Veli, 1986’da Stara Zagora cezaevinde kelepçeli ellerle, “Soya Dönüş”e karşı diriliş ve mücadelede “Direniş Marşı”nı yazmıştı. Ancak 34 yıl süren sahte demokraside baskı sisinin biraz olsun aralanamaması nedeniyle bu marş, ne şiir olarak ne de koro tarafından Cebel Pazar Meydanında henüz söylen(e)medi:
BULGARİSTAN TÜRK’ÜNÜN İSTİKLÂL MARŞI
**Direniş Marşı**
Yapmaca ve yalanı sancak savuran Bulgar
Leke saçtı şanıma, Türk adıma riyakâr.
Düne kadar kabile, bugün oldu bir barbar,
Ecel günü yutmaya karar verdi canavar.
Süt mavisi göklerden indi perde simsiyah,
Sokak başı okullar oldu birer karargâh,
Ağız açtı her tüfek, konuştu hep tek taraf,
Türk oğlundan öç aldı, namus bilmez o küstah…
Yüreklere yansıdı, arşa eren feryatlar,
Bir gecede büyüdü, oyun bilmez çocuklar,
Mezarında titredi, kefensizce yatanlar,
İpi lâyık seçtiler, ırz kaybeden bacılar.
Hak ve özgürlüğü zindanlara tıkmakla
Direniş ve savaşı sığar sandı kamplara.
Boyun eğmezleri bir hamlede vurmakla
Hakkın sesi durur, girer sandı mezara…
Unutma, sen yüce bir ulusun evlâdısın:
Damarlarında dolaşan ta ezelden gelen kan –
Ataların kanıdır. Sen ecdatlar helâlisin.
Gerekirse uğruna Hakkın, feda olsun can.
Bilmesen de tarihi – utanma. Bu suç değil.
İçine dön, ta yürek hücrelerine eğil,
Ve gelmiyorsa eğer kölelikten menşein
Sen Türk’sün – üç kıtanın aslanısın bunu bil…
Günümüzü gün eden, gece eden Güneştir.
Dilimizdir, dinimizdir bizleri millet eden,
Türk eden. Özgürlüğü getirip hibe eden savaştır,
Direniştir ulusu sonsuzluğa götüren.
***
Şu dönemde Bulgaristan Türkleri yeni liderini arıyor. O, bizim en büyüğümüz olacaktır. Halkın tamamını sevindirecektir. Mazlumların en yücesi olacaktır. Göçmenlerle ata-vatanda kalan kardeşlerimizi birleştirecek bir lider olacaktır. O Türk halkının savunucusu olacaktır…
Bize, ölü evinde ağlamasını, düğün evinde gülmesini, anma törenlerimizde konuşmasını ve camide saf tutmasını bilen bir başkan gerek. Bugün bizler onu arıyor ve bekliyoruz, ancak…
Başa gelen çekilir mi, bilemiyorum.
Saygılarımızla.