Boşnak Kardeşlerimize Yapılan Soykırımı Unutma

Büyük zulme uğradınız zalimleri affedip etmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın ama soykırımı unutmayın, çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”
Aliya İzzet Begoviç

Eski Yugoslavya Cumhuriyeti’nin etnik devletlere parçalanması sürecinde, 1995 yılının 11 Temmuz’unda Müslüman Boşnakların Srebrenitsa şehrinde yaşanan soykırım asla unutulamaz. Unutulmamalıdır! Bilge lider Aliya İZETBEGOVİÇ’in dediği gibi;

Katiller, 11 Temmuz 1995 tarihinde öldürdükleri Boşnak kardeşlerimizin ve Bosna toprağına gömdükleri 8 372 (sekiz bin üç yüz yetmiş iki) kahramanın TOHUM olduğunu bilmiyorlardı.

Toplu mezarlardan çıkarılıp 29. yıl dönümü anma törenlerinde dua edilerek anıt kabrinde yerini alan 8.372 kahramana, Bosnalı 33 şehit daha dua edilerek toprağa verildi. Srebrenitsa anneleri bugün de kayıplarını arıyor. Uluslararası Savaş Suçlarını Yargılayan Mahkeme, olaya “soykırım” yerine “katliam” dedi, ancak katillerin pek çoğunu yargıladı ve yenilerini aramaya devam ediyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Balkanlar’da ve Avrupa’da en büyük soykırım, Bosna’nın Srebrenitsa vadisinde Sırplar tarafından yapıldı.

Bosna devletinin ve Cumhuriyeti’nin kurucusu, bilge lider Aliya İzzetbegoviç, feci olayı dünyaya şöyle anlatmıştı: “Savaşı yaşamayan kişiye onu anlatmak çok zordur. Anlayamazsınız. Dört tarafı taşlarla çevrili bir şehre, her taraftan ateş edildiğini düşünün. Hareket eden her şeyi vurma emri veren bir zihniyet düşünün. Çocuk, kadın, bebek, yaşlı ayırmayan bir yöntem düşünün. Ağır silahlardan 700 bin merminin yağdığı bir şehrin ne hale gelebileceğini hayal etmeye çalışın. Milyonlarca boş kovan… Elimizdeki insanı malzeme tükendi… Şehirde gıda bitti, temiz su şebekeleri imha edildi. Elektriğimiz ve gazımız yoktu. Odun ve kömürümüz de… Şehre giriş ve çıkış da yapılamıyordu… Bir kuşatmaydı bu. Çocuklarımız, bebeklerimiz, yaşlılarımız açlıktan, bakımsızlıktan öldüler. Birleşmiş Milletler, bize yardım gönderiyoruz diye 30 yıl öncesine ait konserveleri, pirinç paketlerini gönderdiler. Bu konserveleri sokağa koyduğumuzda, kapağını henüz açmadan, köpekler bile onların kokusunu alıp kaçıyorlardı. Savaşı yöneten bir lider olarak aldığım en acı haberler kadınlarımıza, kızlarımıza yönelik tecavüzlerdi. Maalesef, Bosna’nın her tarafından, Mostar’dan, Srebrenitsa’dan bu tür haberler alıyorduk. Bu, Sırp askerlere verilmiş kati bir emirdi.”

Sırp entelektüellerin teorisini yazdığı etnik temizliğin bir parçası olarak Sırp yöneticiler tarafından kurgulanmış iğrenç bir plandı. Bir gün Brčko’da üç bin kardeşimizin boğazlanıp nehre atıldığını öğrendik, başka bir gün toplu soykırım Kozarac’da devam etti, peşinden Prijedor’da… ve sonra bütün Bosna’da…

Biz Sırplara düşman değildik. Onların yöneticilerinin bize ve ortak yaşama idealine karşı çıkmalarına direniyorduk. Yani Sırp devletinin işgal etme politikasına karşıydık. Ama düşmanımız, yani Sırplar, doğrudan bizim milletimize düşmandı. Sırplar şehitlerimizi gömdüğümüz mezarlarımıza bile tahammül edemediler, hepsini tahkir ettiler…

Sadece mezarlarımızı değil, tarihi eserlerimizi de… Yüzyılların kıymetli Mostar’daki Köprümüz, Saraybosna’daki Vijećnica Kütüphanemiz, ki bu kütüphane Avrupa mimari tarzına göre inşa edilmişti. Yıktılar. Yaktılar. Yıkılan 1.300 camimizi saymaya gerek var mı bilmiyorum…

200 bin insanımızın öldüğünü, binlerce kadınımıza ve çocuğumuza tecavüz edildiğini, insanlarımızın açlıktan kırıldığını, yüz binlerce vatandaşımızın vatanlarından kaçmak zorunda kaldığını gördükleri halde Fransa, İngiltere, Rusya gibi büyük devletler ne yaptı dersiniz? Onlardan yalnızca Saraybosna’ya uygulanan ambargoyu kaldırmalarını istediğimiz zaman, BM Güvenlik Konseyi toplandı ve isteğimiz bu modern demokrat devletler tarafından reddedildi. Ben hem onların hem de Sırpların bana karşı işledikleri suçları affedebilirim, askerlerime karşı işledikleri suçları… Ama söyleyin, hangi sabır onların kadınlarımıza ve çocuklarımıza karşı işledikleri suçları affettirebilir? Asla affetmeyeceğim.

Bütün bu anlattıklarımdan sonra, Batı’nın ve Avrupa’nın Bosna’daki Soykırıma müdahale etmediğini söylemiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Onlar bu soykırıma doğrudan ve çok etkili bir şekilde müdahale ettiler: Sırplara yapabilecekleri her türlü yardımı perde arkasında yaptılar. Boşnakları elleri kolları bağlı bıraktılar ve sonunda zeminini hazırladıkları Müslüman kıyımını oturdukları yerden seyrettiler.

Saraybosna’yı, Mostar’ı gezerken göreceksiniz ki, bizim şehirlerimizde park yoktur. Bütün parklarımız şehitlerimizin istirahatgahı olmuştur. Boşnakların en mahir olduğu işlerden biri de mezar taşı yapımıdır. Bu sözün ne anlama geldiğini şehirlerimizin dört bir köşesinde karşınıza çıkacak şehitliklerimizde göreceksiniz. Dünya Bosna’yı o mucizevi ve onurlu direnişiyle hatırlasın isterim. Ancak bizim yüreğimizde sakladığımız ama yine de yüzümüze yansıyan şey “acı”dır. Lütfen bu söz sebebiyle bize acımanız gerektiğini düşünmeyin, hatta sakın bize acımayın. Çünkü bahsettiğim bu acı, ancak bir Boşnak kardeşimizin anlayabileceği ve hakkıyla yaşayabileceği bir histir. Biz acınacak bir millet değiliz, aksine attığımız her adımda gururla yürüyoruz.

Size Bosna hakkında anlatmak istediğim son şey, çocuğunuzun üstünkörü bildiği bazı detaylara vakıf olmadığı Srebrenitsa olayı hakkında…

Bu, bir insanın hayatında karşılaşabileceği en aşağılayıcı, en zalim, en adi günlerin yaşandığı SOYKIRIM’dır. İnanın, o gün Srebrenitsa’da bilinen binlerce Boşnak kardeşimize Allah’ın kitapta bize anlattığı cehennemi tarif etseniz, onlar o cehenneme sığınmak için ne yapmaları gerekirse yaparlardı. Ama buna bile fırsatları olmadı.

***

32 yıl önce yaşanmış ve etkileri hala devam eden bir trajedidir bu. Avrupa’ya, NATO ve Birleşmiş Milletler kararlarına güvenerek silahlarını teslim eden bir halkı tamamen yok etme denemesi yaşanmıştır. Fakat 1995 Temmuz’unda Sırplar, Radko Mladiç komutasında Srebrenitsa’yı tanklarla abluka altına aldılar. Dağlardan toplarla Srebrenitsa’yı bombaladılar. Silahsız insanların, çoluk çocuk halkın üzerine ateş edildi.

Ne olmuştu: Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu ve Sırp zulmüne karşı yetersiz imkânlarla karşı koymaya çalışan Srebrenitsa’nın Tanjarz Kırsalı’nda tam 10.000 kişiyi esir alan askerî grup Mladiç’in emriyle esirleri öldürmeye başladı. Sırp vahşeti Avrupa’dan yüz bularak doruğa çıktı ve sadece 5 gün içinde 8.300 kişi öldürüldü.

Sırp General Mladiç, boş sokaklı, evleri yıkılmış Srebrenitsa’ya girdiğinde “Nihayet Türklerden intikamımızı alıyoruz, artık onları Avrupa’dan tamamen kovmanın zamanı geldi” diye konuşuyordu. NATO’ya bağlı uçakların İtalya üzerinden havalandığını ama yeni bir emirle geri döndüğünü biliyoruz.

Facianın bir sahnesini, yine Aliya İzzetbegoviç’in anlatımından anımsayalım:

“Dokuz yaşında henüz erginliğe girmemiş bir erkek çocuğu düşünün. Yanında annesi var. Sırp askerler çocuğun başına silah dayamış ve o anda çırılçıplak soydukları kadına yani annesine tecavüz etmesini istiyorlar. Çocuk, askerlerin istediğini yapmayınca kafasına sıkılan tek kurşunla can veriyor. Bu sırada Hollandalı Barış Gücü askerleri kulaklarına taktıkları kulaklıktan müzik dinliyorlar.”

Vahşetin başka bir örneği: “Bir Boşnak kadın, kucağında 5 yaşında bir kız çocuğu. İki asker, kızı annesinin kucağından indirmeden kadının kollarını ve ellerini iki yana açıp üçüncü bir askerin tecavüzüne yardım ediyor. Bu sırada Birleşmiş Milletler Barış Gücü Komutanı, askerlerin komutanı Mladiç’le aynı masada oturuyor.”

Bütün bu olaylar olurken uluslararası birliklerin soykırımı engellemeye çalışmak yerine sadece izlediği ve katillerle aynı masaya oturduğu bilinmektedir.

Boşnak kardeşlerimizin dramı bu soykırımla bitmedi. Daha önce başlayan, arada kesintiye uğrayan bu dram, günümüzde dahi çeşitli şekillerde devam etmektedir.

Çocuklarımız, gençlerimiz, yaşlılarımız, kadınlarımız, bizden koparılan insanlarımızın anısına ve onların şerefine, yaşananları unutmamalı ve unutturmamalıyız. Çünkü bizler yaşananları unutmaz ve unutturmazsak, soykırımları gerçekleştirenlerin ve bu suça ortak olanların hak ettiği cezayı almasını sağlayabiliriz.

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, 1995’te Bosna-Hersek’in Srebrenitsa kentinde yaklaşık 8 bin Müslüman erkek ve çocuğun katledildiği 11 Temmuz’u, “Soykırımı Düşünme ve Anma Günü” ilan etti.

Bu vahşete dünya “SOYKIRIM” dedi.

Bulgaristan’da 1972 -1973 ve 1984-1989 yıllarında biz Bulgaristan Müslüman Türkleri de aynı dehşeti yaşadık.  İsimlerimiz, dilimiz, dinimiz değiştirildi. Bulgar komünist katillerin hedefindeki milli, etnik, ırk, dini soykırım vardı. Bizde de 200’den fazla Müslüman öldürüldü. Memleket baştan-başa kahramanların anıtlarıyla dolu!  Binlerimiz sürüldü, ölüm kamplarına düştü, tutuklandı, içeri atıldı, yıllarca zindanda kaldı. Öğretmen Büyümüz Hocamız Nuri Adalı gibiler, 24 yıl hapislerden ve sürgünlerden çıkamadı.

Soykırım, Fransızcada “genosit” olarak şu tanımla bilinir: Siyasal, ulusal, ırksal ya da dinsel bir nedenle, azınlık durumundaki bir insan topluluğunu soyca yok etmeyi amaçlayan toplu öldürme eylemidir.

İsim değiştirme ve 360 bin Türkün vatanından kovulması esnasında Bulgaristan Müslüman Türklerine soykırım işlendiği gerçeği, 36. Büyük Halk Meclisi milletvekili Prof. Dimitır Semerciev tarafından 1991 yılı Temmuz’unda Bulgaristan Türklerine karşı işlenen soykırım gerçeğini Almanya’ya taşıdı.

Berlin İnsan Hakları Sorunları Konferansında sunduğu raporda sunduğu büyük sayıda örnek arasında, Türklerin ve diğer azınlıkların çocuklarının anadillerinde eğitim almasının hala yasak olduğuna, dini bayramlarımızın yasak olduğuna, geleneklerimize göre yaşamamızın yasaklı olduğuna vurgu yaptı. Ülkemizde anadil yasağı bugün de devam ediyor. Prof. Semerciev Bulgaristan’da Müslüman azınlığın ekonomik baskı altında çalışmak ve yaşamak zorunda olduğuna, amansız sömürüldüğüne, azınlıklardan vatandaşların ancak kara işte kol emeğinde çalıştırıldığına, madenlerde, kirlilik düzeyinin çok yüksek olduğu ortamda ve öncelikle tarımda çalışmaya zorlandığına işaret etmişti.

Prof. Semerciev, kaleme aldığı yazılarında, Bulgar toplumunun idare eden ayrıcalıklı sınıf ve milli azınlıklardan oluşan sefil alt sınıfa bölünmüş olduğunu, Türk azınlığın kolektif hakkı olmadığını, Türk milli ruhunun yok edilme saldırılarının devam ettiğine vurgu yaptı. Bir bilim adamı olarak, o 1990 yılında derinleşen Bulgar ekonomik ve mali krizi yükünün Türk azınlık sırtına yüklendiğine, bu azınlığın kısıtlı gelirle, ucu ucuna yaşamaya zorlanmış olduğuna işaret etmişti. Azınlıkların yaşadığı il ve ilçelere, eğitim, sağlık ve kültürel ihtiyaçlar için devletin daha az ve yetersiz ödenek ayırdığını yazdı ve anlattı. Türk çocukların eşit haklı vatandaş olarak yetişmesinin her adımda engellendiğini ve etnik azınlığımızın sürekli yok edilme baskısı ve tehlikesi altında yaşamaya sıkıştırıldığını defalarca belirtti.

Bulgar makamlar, Bulgaristan Türklerine karşı “soykırım” ve yarıca “kültürel soykırım” işlendiğinin mecliste onaylanması engellemede ve resmî kurumlarca Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesine taşınmasını frenlemede yol kesen durumuna 1992’den sonra Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) ve onun hain başkanı Ahmet Doğan oldu.

Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük davasında yaşadıkları soykırım ve kültürel soykırımın resmen tanınmasını ve açılan davaların hiçbirinden karar çıkmamasını engelleyen politik güçler üzerinde ve bu davanın peşini bırakmayacağız.

Okuduğunuz ve paylaştığınız için teşekkürler.

Bulgaristan’dan büyümüzden bir şiir
SREBRENİTSA

Ben oraları hiç görmedim, göremedim

Ne çektikleri çileleri ne zulmü

Ama onlarla paylaştım her hüzünü

Ve canavarları durmadan lânetledim

Tek suçlarıydı, incile tapmamaları

Allaha, Peygamberimize inançları

Öldürülmüşlerdi sıraca acımadılar

O güne dek, dost bildikleri düşmanlardan

Böyle acıların yarısını da olsa

Ben de yaşadım seksen beş, seksen dokuz ’da

Öz ismim, dil, dinim için suçlu olarak

Ve öz yurdundan zorunlukla men olarak

Ne olur böyle olaylar artık olmasın

Irk, din, dil, örf ve yaşam kavgası son bulsun

Herkesler öz benliğinle yaşasıp dursun

İnsanlar arasında ayrım yapılmasın

Halit Kurt – Bulgaristan

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

8 − five =